11 Eylül 2001, Doğular ile Batıları karşı karşıya getiren derinlerdeki bir çatışmanın varlığını trajik olduğu kadar sarsıcı bir biçimde yeniden gün ışığına çıkardı: Yirmi beş asırdır savaşan Doğular ve Batılar arasındaki “medeniyetler çatışması”nı.
Bu eser, en yeni bilimsel gelişmeleri de göz önünde bulunduran canlı bir tarihsel anlatımla, bu düşmanlık ilişkilerini, göçebe/yerleşik çatışmasına, dinsel olguya, farklı bir siyasal anlayışa ve zenginler/yoksullar ayrılığına dayanan kimlik karşıtlıkları olarak yorumlamaktadır.
Med savaşları, Büyük İskender efsanesi, Roma ile Partlar arasındaki savaşlar, siyasal “yurttaşları” vasallaştırılmış “tebaalarla” karşı karşıya getiren sayısız çatışmaya açıklık getirir. Attila, Müslümanların atlı istilaları, Avrupa’ya düzenlenen Macar ve Moğol akınları göçebe/yerleşik çatışmasını açıkça ortaya koyar. Önce Osmanlı’nın, sonra Rusların Avrupa’ya müdahaleleri gibi, Alman-Sovyet savaşı da siyasi vizyona dayalı bir çatışmanın altını çizer. Son olarak, Arap-İsrail çatışması, Filistin, İran, Irak ve daha sonra İslamcılık meseleleri, yoksul ve ezilmiş bir Arap-Müslüman toplumu ile zengin ve fatih bir Batı arasındaki karşılıklı tartışmayı açığa çıkarır.
Okuyucu bu kitapla, yol boyunca Büyük İskender, Attila, Aleksandr Nevski, Aziz Louis, Rus imparatoriçesi Yekaterina, de Gaulle, Ben Gurion, Humeyni ve Bin Ladin ile karşılaşıp kendisini Salamis, Poitiers, Lechfeld, Lepante, Stalingrad ya da Dünya Ticaret Merkezi’nde bulacağı, tanıdık ama bazen de çok şaşırtıcı bir tarihî manzaranın içinde yolculuğa çıkacaktır.
Savaş dönemleri geçmişte, çatışmaların kültürel boyutunun ne büyük ölçüde belirleyici olduğunu gösterir ve hiç şüphesiz ki gelecekteki çatışmaların bedeli de medeniyet unsurları olacağına göre, insanlığın en korkunç karabasanlarını taşıyan bir tarihten ders çıkartmak yararlı olacaktır.