2001 yılının soğku bir şubat günü ABD’den gelen Profesör Maximilian Wagner’i karşılamak ve dört günlük İstanbul ziyareti boyunca ona eşlik etmek üzere, çalıştığı İstanbul Üniversitesi’nde halkla ilişkiler görevinde çalışan genç bir kadın Maya Duran.
Aynı üniversitenin Edebiyat Fakültesi’nden mezun olmuş, eşinden sekiz yıl önce boşanmış; 14 yaşında, internette biraz fazla vakit geçiren tek oğluyla birlikte oturuyor.
Profesör, aslında Ari bir Alman olmasına rağmen, 1930’lu yıllarda Nazi rejiminden kaçarak Türkiye’ye gelen Yahudi bilim insanları arasında yer almış, 1939-42 arasında İstanbul’da kalmış ve İstanbul Üniversitesi’nde hocalık yapmıştır.
Maya isteği üzerine bir gün onu ?ile’ye götürür, Wagner orada denize üzerinde “Für Nadia” yazılı bir çelenk bırakır ve yanından ayırmadığı kemanıyla denize karşı bir serenad çalar. Yaşlı adam serenadı bitiremeden de soğuğa ve yağmura yenik düşüp donma tehlikesi geçirir.
Maya istihbaratçı albay ağabeyi Necdet’in gönderdiği adamlarla yaşlı adamı şehre geri getirir ve hastaneye yatırır.
Ama profesör, Maya ve oğlu istihbarat görevlilerinin takibindedir.
Bu durumdan oldukça endişelenen Maya, albay ağabeyinden yardım almak için gittiğinde ondan, anneannesinin 1930’lu yıllarda Sovyetlerin ortadan kaldırdığı Kırımlı Türklerden olduğunu, bir Türk askeri olan dedesi tarafından kurtarıldığını öğrenir.
Maya da ağabeyine peşindeki ajanları ona babaannelerinin Ermeni asıllı olduğunu bildiklerini ve kendisini işbirliği yapması için bu bilgiyi kullanarak tehdit ettiklerini anlatır. Bu arada masasında gördüğü bir dosyadan ağabeyinin de bir şekilde Wagner’le ilgilendiğini öğrenir.
Çok geçmeden Wagner ile ilgilenenler arasında İngilizlerin de olduğunu görecektir.
Prof. Wagner’in İstanbul’a gelişi Maya’nın sade hayatını bir ajan hikâyesine çeviriverir.
İyileşmeye başlayan profesör Amerika’ya dönmeden önce ona, kendi hikâyesini anlatır; Yahudi asıllı karısı Nadia’nın ?ile açıklarında batırılan Struma gemisinde ölenler arasında olduğunu…
Maya ajanlardan, ağabeyinden duyduğu sarsıcı gerçeklerden sonra, son olarak da annesinden, anneannesi Ayşe’nin asıl adının Maya olduğunu öğrenir. Anneannesi ona Maya adını, gizlemek zorunda kaldığı asıl adından hareketle vermiştir.
Bütün bu öğrendiklerinin kazandırdığı yeni kimliğiyle, Maya anneannesi Ayşe/Maya, babaannesi Semahat/Mari ve Nadia’nın hikâyelerini kendi kimliğinde bütünleştirir.
Maximilian’ın yıllar önce Nadia için bestelediği serenad gibi, Maximilian-Nadia aşkını yazıya döker.
1930’lu yıllardan başlayan bu çok etkileyici hikâyede; Alman, İngiliz Türk; Sovyet politikaları ve siyasi sorunlar sebebiyle, zulüm, din, dil, ırk ve cinsiyet tanımıyordu.
İster Alman, ister Türk, ister Ermeni, ister Kürt, ister Rum, olsun, devletler herkese karşı zalimdi.
Ve tekrar Maximilian Wagner ile karşılaşır. Bu kez Amerika’ ya onu ziyarete giden Maya olur.