Yöneticiydi. Bir çok insanın imrenerek baktığı bir konumdaydı. Ama yaşadığı hayatı hayat olarak görmüyordu.
-"Bu ne biçim hayat böyle" diye söylendi kendi kendine. Hafta sonlarında dahi evine gidemiyordu. Toplantılar, iş seyahatleri, yazışmalar ve koşuşturmayla geçen bir hayat. Ailesine, çocuklarına vakit ayıramıyordu. Pek çok yakın dostunun adını dahi unutmuştu. Bu karamsarlık içinde kıvranırken birden çekmecesindeki küçük radyosu aklına geldi.
Radyoyu açtı, yayınlanan müzik parçası ile biraz rahatladığını hissetti. Müziğin ardından yaşlı bir adamın konuşmasıyla gayri ihtiyari radyoyu kapatmak istedi. Ama birden durdu. İlginç bir teoriden bahsedeceğini söylüyordu ihtiyar adam.
Bin Misket Teorisi'ni anlatacaktı
Merakla dinlemeye başladı ihtiyar adamı.
-"Bir gün oturdum ve biraz aritmetik yaptım. Bir kişinin ortalama yetmiş beş yaşına kadar yaşadığını varsayalım. Biliyorum, bazıları daha çok bazıları daha az yaşar ama biz yetmişbeş sene yaşayacağını düşünelim. Bir yılda elli iki hafta olduğu için yetmiş beşi elli iki ile çarptım ve ortalama ömre sahip bir insanın tüm hayatında yaşayacağı Cumartesi sabahı sayısı olarak 3900 rakamına ulaştım.
Şimdi beni iyi dinleyin. En önemli kısmına geliyorum. Bütün bunları ayrıntılı olarak düşünmeye elli beş yaşımda başlamıştım. Yaptığım hesaba göre yetmişbeş yaşına kadar yaşarsam eğer, bundan sonra yaşayabileceğim Cumartesi sayısı sadece bin adet olacaktı.
Bunun üzerine oyuncak satan bir kaç dükkanı dolaşarak tam bin adet misket satın aldım ve bu misketleri bir araya getirerek atelye'mde radyomun yanında bulunan büyük şeffaf bir kavanozun içerisine doldurdum.
O günden sonra her Cumartesi kavanozdan birer tane misket aldım. Misketlerin azaldığını gördükçe, hayatımdaki önemli şeyleri daha fazla düşünmeye başlamıştım. Anladım ki, Dünyadaki zamanımın akıp gittiğini seyretmek kadar önceliklerimi düzene koymama hiç bir şey yardım edemez."
Yaşlı adamın anlattıkları öylesine etkiliydi ki, genç işadamı adeta dünyadan kopmuş, radyoya kilitlenmişti. Yaşlı adam şu cümlelerle konuşmasını tamamladı;
-"Programı kapatmadan önce size son bir şey daha anlatacağım. Bu sabah kavanozun içindeki son misketi de aldım. Eğer önümüzdeki Cumartesi'ye kadar yaşarsam, bana biraz daha zaman verilmiş olacak. Unutmayın ki, hepinizin kullanabileceği en önemli şey, biraz daha fazla zamandır."
Farkında mısınız bilmiyorum ama bizi meşgul eden o kadar oyun var ki...
Önemli yada önemsiz.
Ama biz bunların arasında kaybolup gittiğimizi fark edemiyoruz bile...
İşin garibi fark ettiğimiz anda "şu işimi de bitireyim ondan sonra" diye erteliyoruz.
Öyle değil mi?
Haydi şimdi arkanıza yaslanın.
Derince bir nefes alın.
Hayatınızda önemli olan dostlarınızdan birisinin telefonunu çaldırın...
Ve cıvıl cıvıl sesinizle ona "ALO"deyin.
Gülümseyin... Gülümseyin... Gülümseyin...