info@ellidokuz.com
Dolar Alış
:
34.2820
Dolar Satış
:
34.3438
Euro Alış
:
37.3363
Euro Satış
:
37.4035
Aranıyor, lütfen bekleyiniz...

Çanakkale Şehitlerine Hitaben Yazılan Şiirler

Her yıl düzenlenen Çanakkale Zaferi kutlamaları bu yıl 101. yılında kutlanıyor.

ÇANAKKALE DİYARINDA 
Denize takılan kilit 
Dünyayı kaldıran yiğit 
Alaylar var toptan şehit 
Çanakkale diyarında 
Kahraman şehit cavuşlar 
Şehitliğe uçan kuşlar 
Savaşta yeni buluşlar 
Çanakkale diyarında 

ZAFER TÜRKÜSÜ 
Yaşamaz ölümü göze almayan, 
Zafer, göz yummadan koşana gider. 
Bayrağa kanının alı çalmayan, 
Gözyaşı boşana boşana gider! 
Kazanmak istersen sen de zaferi,
Gürleyen sesinle doldur gökleri, 
Zafer dedikleri kahraman peri, 
Susandan kaçar da coşana gider. 
Bu yolda herkes bir, ey delikanlı, 
Diriler şerefli, ölüler şanlı! 
Yurt için dövüşen başı dumanlı, 
Her zaman bu şandan, o şana gider. 
FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL 

BAYRAĞIM 
Şehit kanlarıyla, vermişim rengini, 
Gökten Ay'la-Yıldızı koparmışım; 
Yüreğimi koymuşum sana, yüreğimi; 
Birde vatan sevgimi 
Dalgalan ey şanlı Bayrağım; 
Sen dalgalan, ben coşayım, 
Uğruna destanlar yazayım! 
Delikanlımın damarındaki kansın, 
Sen, cansın, canansın. 
Yansın, bu yürekler sana yansın; 
Vatan aşkıyla yansın 
Dalgalan ey şanlı Bayrağım; 
Sen dalgalan, ben coşayım, 
Uğruna destanlar yazayım! 
Sevgisin, Mutluluksun, Umutsun; 
Aşksın, Destansın, bulutsun; 
Sen bensin, Benliğimsin 
Sana, canım feda olsun! 
Dalgalan ey şanlı Bayrağım; 
Sen dalgalan, ben coşayım, 
Uğruna destanlar yazayım! 

ÇANAKKALE ŞEHİTLERİ 
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin 
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin. 
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer, 
O ne müthiş tipidir, savrulur enkazı beşer. 
Boşanır sırtlara, vadilere, sağnak sağnak. 
Kafa göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el ayak 
Vurulup, tertemiz alnından, uzanmış yatıyor, 
Bir hilal uğruna yarap ne güneşler batıyor. 
Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker 
Gökten ecdat inerek öpse o pak alnı değer. 
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın? 
Gömelim gel seni tarihe desem sığmazsın. 
MEHMET AKİ ERSOY 

ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE 
Şu Boğaz harbi nedir?
Var mı ki dünyâda eşi? 
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi. 
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya- 
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya. 
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı! 
Nerde-gösterdiği vahşetle 'bu: bir Avrupalı' 
Dedirir-Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi, 
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi! 
Eski Dünyâ, yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer, 
Kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer. 
Yedi iklimi cihânın duruyor karşında, 
Ostralya'yla beraber bakıyorsun: Kanada! 
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk: 
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk. 
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ... 
Hani, tâuna da züldür bu rezil istilâ! 
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil, 
Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle, sefil, 
Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına; 
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına. 
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz... 
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz. 
Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbâb, 
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb. 
Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı; 
Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı; 
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin; 
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam, 
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam. 
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer; 
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer... 
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak, 
Boşanır sırtlara vâdilere, sağnak sağnak. 
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller, 
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller. 
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız teyyâre. 
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler... 
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler! 
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından; 
Alınır kal'â mı göğsündeki kat kat iman? 
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm? 
Çünkü te'sis-i İlahi o metin istihkâm. 
Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler, 
Beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer; 
Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedi serhaddi; 
'O benim sun'-i bedi'im, onu çiğnetme' dedi. 
Asım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek: 
İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmiyecek. 
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar... 
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar, 
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor, 
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor! 
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker! 
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi... 
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi. 
Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın? 
'Gömelim gel seni tarihe' desem, sığmazsın. 
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb... 
Seni ancak ebediyyetler eder istiâb. 
'Bu, taşındır' diyerek Kâ'be'yi diksem başına; 
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına; 
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle, 
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle; 
Ebr-i nîsânı açık türbene çatsam da tavan, 
Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan; 
Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına, 
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına, 
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem; 
Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem; 
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana... 
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana. 
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini, 
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin'i, 
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran... 
Sen ki, İslam'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran, 
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın; 
Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın; 
Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın...
Heyhât, Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât... 
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber, 
Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber. 

MEHMET AKİF ERSOY