info@ellidokuz.com
Dolar Alış
:
34.5184
Dolar Satış
:
34.5806
Euro Alış
:
36.1612
Euro Satış
:
36.2263
Aranıyor, lütfen bekleyiniz...

Prof. Dr. Cemal Sofuoğlu Söyleşisi

Bir sure önce bu sayfalarda Yeni Bir Kuran Mealinin yayımlandığını ve mütercimlerden Sayın Sofuoğlu’nun bu Meali "Türk Mealcilik Tarihinde Bir İlk" diye nitelendirdiğini duyurmuştuk. Bu iddialı bir cümle idi. Biz de kendisiyle bir röportaj yaparak bu konuları konuşup sizlerle paylaşmak istedik.

 

Değerli okuyucularımız,
Bir sure önce bu sayfalarda Yeni Bir Kuran Mealinin yayımlandığını ve mütercimlerden Sayın Sofuoğlu’nun bu Meali "Türk Mealcilik Tarihinde Bir İlk" diye nitelendirdiğini duyurmuştuk. Bu iddialı bir cümle idi. Biz de kendisiyle bir röportaj yaparak bu konuları konuşup sizlerle paylaşmak istedik.
Sayın Sofuoğlu, `Mealiniz neden bir ilktir açıklar mısınız?
Öncelikle sitenizin göstermis olduğu yakın ilgiye kendi adıma da arkadaslarım adına da teşekkür ederim. Siz iddialı bir cümle dediniz; evet bu meal Türk Mealcilik tarihinde bir ilktir. Şimdi bunun başlıca sebeplerini öz olarak verelim. Merhum Hasan Basri Çantay meal-tefsirini hazırlayış nedenlerini önsözünde anlatır. Onun sıraladığı sebepler geçen zaman içinde yeniden ortaya çıkmıştır. Ülkemiz Elmalılı Hamdi Yazır gibi büyük bir âlim yetiştirmiştir. Bilindiği üzere onun eseri birçok baskı yapmış ve hak ettiği yere oturmuştur. Ne var ki âlimimizin dili bugün anlaşılmaz hale gelmiştir. Telif kanunu gereğince tarihi miadını dolduran eser birçok kişi tarafından sadeleştirilmiş ve bir hocamızın da ifade ettiği gibi "bir Elmalı furyası"  başlamıştır. Merhum Çantay'ın ifadesine göre Yazır’ın meal kısmı o kadar da güzel değildir. Bunun da ötesinde meal hazırlayıcıları Hamdi Yazır’ın otoritesinden kendilerini kurtaramamışlar, değişik cümlelerle onu tekrarlamışlardır. İşin garip tarafı H. Yazır Merhumun yaptığı bir hata meydana getirilen hemen bütün meallerde tekrar edilmiştir. Biz bütün bu önemli kişilerin hazırlamış oldukları mealleri gözden geçirdik, tespit ettiğimiz yanlışların doğrusunu vermeye çalıştık. Bu bakımdan bir ilktir. Bizim de yaptığımız ya da tam ifade edemediğimiz bazı noktalar elbette vardır. Düşünün ki tercümeye çalıştığınız kitap Allah kelamı Kur’an’dır.
   Hocam, izin verir misiniz, sıcağı sıcağına sorayım; nedir Elmalı merhumun tekrarlanan yanlışı?                                                                                                                                                                      
Elmalı merhumun da bazı yanlışları vardır. En büyük yanlışlarından biri En’am Suresi’nin 123. ayetinin tercümesinde görülmektedir. Büyük âlimimiz ayeti şöyle çevirmiştir: ”Böyle her karyede (şehirde) de mücrimlerinin büyüklerini mevkide bulundurmaktayızdır ki orada mekr (hilekârlıklar) yapsınlar;” ayeti bu tercüme doğrultusunda biraz açacak olursak anlam şudur: Allah her şehirde ya da ülkede o ülkenin birtakım kötü insanlarına iktidar olma imkânı sağlamaktadır ki insanlara tuzaklar kursunlar, onlara kötülük etsinler, vs. Ayet eğer böyle anlaşılırsa bu anlayış İslam’ın Allah inancına tamamen aykırıdır. Oysa Allah insanlara daima doğru ve güzel olanı öğütlemekte, doğru ve dürüst insanları koruyacağını ifade etmektedir. Elmalı gibi bir âlimin böyle fahiş bir hataya nasıl düştüğünü anlamakta zorlandığımızı belirtmeliyiz. Öyle sanıyorum ki o dönemde basılı kaynak eserlerin sayısı yeterli değildi. Onun kaynaklarında da bu konuda doğruyu veren bir eser yoktu. Buradaki yanlış ayette “Liyemkuru” kelimesindeki “lam” harfinin nedensellik lamı olarak algılanmasından kaynaklanmaktadır. Bu vahim bir hatadır; zira yıllardır ülkemizde yanlış bir Allah inancının yerleşmesine sebep olmuştur. Oğuz Bey, daha vahim bir şey söyleyeyim mi, bu yanlış Elmalıdan sonra yapılan hemen bütün tercümelerde tekrar edilmiştir. Oysa buradaki "lam” sebep değil, sonuç bildiren bir harftir. Bu durumda ayet şöyle tercüme edilmeliydi: ”İşte Biz (Mekke'de olduğu gibi) her beldede günahkârlara da iktidar olma fırsatı tanırız. Sonuçta onlar (bu fırsatı kötüye kullanarak, kendi emelleri uğruna)orada türlü türlü hilekârlık yaparlar; tuzaklar kurarlar.” Elmalı merhumun eserindeki yanlışlar elbette bundan ibaret değildir; ancak burada işimiz Elmalı merhumun mealini değerlendirmek olmadığı için ayrıntılara girmeye gerek görmüyorum. Ancak biraz sonra daha başka örnekler verdiğimizde okuyucu bunları Elmalı merhumun eserinden kontrol edebilir. Biraz önce o dönemde yeterli basılı kaynağın azlığından söz etmiştim. Bizim bir şansımız günümüzün teknolojisinden yararlanmış olmamızdır. "Şamile” adlı bir programa yüzün üzerinde tefsir yüklemişler, hem bu çok değerli eserlere ulaşma imkânı bulduk, hem de zamandan kazanmış olduk. Düşünün ki on dakika gibi kısa bir zamanda birçok kitaba bakabiliyorsunuz. Bunu kütüphanede belki on günde yapabilirsiniz. Hocam ,öyle bir örnek verdiniz ki kanım dondu desem yeridir. Daha sonra meal hazırlayan hocalarımız bu konular üzerinde, bağışlayın, durmamışlar. Bunun sebepleri ne olabilir? Bunun bize göre bazı sebepleri var. Öncelikle şunu söyleyelim. Ülkemizde garip bir durum var. İmam-Hatipte öğretmenlik yapan veya Diyanetin bazı kademelerinde çalışan arkadaşlarımız emekli olduktan sonra bir kitap yazma hevesine kapılıyorlar. Ciddi ve ilmi bir eser ortaya koyabilmek için araştırma yapmak, kaynak eserlere inmek yıllarca uğraşmak gerekiyor. Oysa Kur’an meali hazırlamak (onlara göre) kolay. Elmalı merhumun dili nasıl olsa eski, onu biraz değiştirir yeni bir meal meydana getirirsin, üzerine de adını yazdın mı olur biter.   Ben bu tür hocalarımıza amatör ilahiyatçılar diyorum. Hamdolsun (!) memleketimizde bunların sayısı yeterinden fazla vardır. Ve bunlar halkımızı dinden soğutmak için bütün güçleriyle çaba harcamaktadırlar. Bu yanlışları yapanlar ne yazık ki sadece amatör ilahiyatçılar değildir. Bunların içerisinde İlahiyat fakültelerinin anlı-şanlı unvanlı-unvansız bazı hocaları da ne yazık ki vardır. Asıl anlaşılması zor olan onların yaptıklarıdır. Sanıyorum Kur’an meali hazırlamayı, ”yeni ne gibi manalar olabilir ki” düşüncesiyle fazla araştırmaya gerek görmüyorlar. Eh yayınevi de iki de bir telefon ediyor”, Hocam, aman bu ramazana yetiştirelim” diyor.                                                  
Hocam, yine bağışlayın, öyle şeyler söylüyorsunuz ki şaşırdım kaldım. 
Sevgili kardeşim, durum bu anlattığımdan da vahimdir. Ama isterseniz bu konuyu değiştirelim.
Değiştirelim hocam, mesela neden bir ilktir iddianıza dönelim. Bu Mealin “bir ilk” olduğunu gösteren özelliklerinden birisi kıraat farklarından; yani Kur’andaki bazı kelimelerin farklı okunuşlarından kaynaklanan değişik manaları ayetin metninde bir bölü işaretiyle vermesidir. Mesela Maide suresinin 6.ayetini ele alalım. Ayette abdestin nasıl alınacağı anlatılır. Ayet genellikle şöyle çevrilir: ”Ey iman edenler! Namaz kılmaya kalktığınız zaman yüzlerinizi, dirseklerinize kadar ellerinizi, başlarınızı meshedip, topuklarınıza kadar ayaklarınızı yıkayın.”  Bizim mealde ise ”ayaklarınızı da aşık kemiklerine kadar yıkayın/meshedin” şeklindedir . "Meshedin” ifadesi ayetteki “Erculekum” kelimesinin “Erculikum” şeklinde de okunmasından ve bu okuyuşun mütevatir olmasından kaynaklanmaktadır. Bu basit bir mesele değildir. Zira insanlarımız abdestte ayaklarını mesheden anlayıştaki Müslümanlarla tartışmakta ve onların namazlarının caiz olmadığını iddia edebilmektedirler. Daha da ötesi ayakların meshedileceğini gösteren okuyuş daha da yaygındır. Bazı ayetlerdeki bu okuyuş farkları Kur’an ayetlerinin derinliğine inmeyi sağlamakta ve insanı hayretler içinde bırakmaktadır. Bir başka örnek vereyim ki konu daha iyi anlaşılabilsin. Furkan suresinin 61. ayeti meallerde genellikle şöyle çevrilmektedir: ”Gökte burçları var eden, onların içinde bir çerağ (güneş) ve nurlu bir ay barındıran Allah, yüceler yücesidir”. Bizim mealde ise ayet bir önceki ayetle ilgisi de dikkate alınarak şöyle çevrilmiştir: “Oysa gökyüzüne burçları, takımyıldızlarını yerleştiren, oraya bir güneş/nice güneşler ve ışık saçan bir ay koyan (O Rahman) ne yücedir”. Nice güneşler ifadesi ayetteki “Sirac” kelimesinin “Süruc” şeklinde çoğul olarak okunuşundan kaynaklanmaktadır.
Hocam, Bunlar ilgi çekici ama diğer meallerden farklı başka örnekler var mı?
Elbette var. Diğer bir özellik Arapçadaki bazı deyimlerin lafzi tercümesi değil, neyin kastedildiğinin verilmesidir. Bir örnek olarak Bakara suresinin 189. ayetini ele alalım. Ayette ayın evreleri hakkında sorulan sorulara verilmesi gereken cevap anlatılmaktadır. Ayet “evlere arkadan girmek iyilik değildir... öyleyse evlere önden girin”, şeklinde çevrilmektedir. Oysa evlere arkadan girmek Arapçada bir deyimdir ve kişiye onu ilgilendirmeyen soruların sorulmaması gerektiği belirtilmektedir. Yani Hz. Peygambere astronomik soruların değil, dini soruların sorulması istenmektedir. Bunun daha başka birçok örneğini bulmak mümkündür. Mesela çok ilginçtir, Saffat suresinin 88. ayetinde Hz. İbrahim’in puta tapanlarla tartışması anlatıldıktan sonra “(İbrahim) Yıldızlara baktı ve ben hastayım dedi ”şeklinde çevrilmektedir. Bu da bir deyimdir. Ancak bunun bir deyim olduğu ve ayetin ne demek istediği araştırılmadığı için anlamsız bir tercüme ortaya çıkmaktadır. Öyle ki bazı mütercimlerimiz dipnot koymakta açıklıyoruz diye bütün haşmetleriyle (!) saçmalıklarını ortaya dökmektedirler. Mealleri gözden geçirdiğinizde aman Allah’ım ne inciler döküldüğünü görürsünüz. Oysa yıldızlara bakmak “kafasında bir şey tasarlamak, içinden bir şey geçirmek” demektir. Nitekim İbrahim Peygamberin içinden ne geçirdiği Enbiya suresinin 57. ayetinde açıklanmaktadır.
Hocam, araya girip bir şey sorabilir miyim, yani şunu mu demek istiyorsunuz; bir ayeti anlamak için başka ayetlere de bakmak gerekir?
Evet, tam da onu demek istiyorum. Ben bu işleri bilmem demiştiniz ama meseleyi iyi kavradınız, siz de bir meal yazabilirsiniz! Evet, şaka bir yana, bizim mealin diğer bir özelliği anlamı kapalı bir ayeti aynı konunun işlendiği başka bir ayetle daha açık, anlaşılır bir hale getirmesidir. Okuyucu bunun birçok örneğini bulacaktır. Mesela Hud suresinin 7.ayetini karşılaştırmalı olarak okusunlar. Kısaca söylemek gerekirse bu meal,evet Türk mealcilik tarihinde bir ilktir. Ülkemizde din alanında bir zihniyet değişikliği sağlayacak nitelikte ve özelliktedir. Bu meali okumadan din hakkında konuşanlar yanlış yapabilirler, din konusunda yazanlar yanlış yapabilirler. Zira bu meal uzun yılların bir ürünüdür. Mütercimler İslami ilimlerin yanında Arkeoloji, Antropoloji, Dinler tarihi, Hermenötik gibi ilim dallarıyla da uğraşmışlar, uzman hocalarla görüşmüşler, tartışmışlar, müzakere etmişler, Mezopotamya, eski Mısır tarihi ile ilgili kaynakları okumaya çalışmışlardır. Mesela ilk kez bu mealde Nuh Peygamber’in gerçekte 950 sene yaşamadığı,950 senenin o devirlerdeki  takvime göre ifade edildiği belirtilmiştir. Bir başka ifadeyle Kur’an’ın kendine mahsus dili, dil özelliği veya üslubu mümkün olduğunca kavranmaya çalışılarak meydana getirilmiştir. Ancak biz henüz bu meali Diyanet teşkilatına ve İlahiyat Fakültelerine yeterince anlatabilmiş değiliz. Umarım sizin vasıtanızla geniş kitlelere ulaşırız.
Hocam bu cümleleriniz bir bitiş cümlesi gibi oldu, oysa benim sormak istediğim başka sorular var.
Buyurun sorun öyleyse, ben yeriniz müsait değildir diyerek biraz uzun olmasın demiştim. Biraz önce bazı modern ilim dallarıyla da ilgilendiğinizi ifade ettiniz, Kur'an tercümesi yapan bir kişinin gerçekten bunlara ihtiyacı var mıdır? 
Çok yakın zamanlara kadar bu tur ilimlere ihtiyaç olduğu düşünülmüyordu. Kur'an üzerine yapılan araştırmalar çok değişik ilim dallarına ihtiyaç olduğunu göstermektedir. Bunun birtakım nedenleri vardır; her şeyden önce Kuran evrensel bir kitaptır ve evrensel motiflere yer vermektedir. Bir din ve ahlak kitabı olmasının yanı sıra aynı zamanda edebi değeri çok yüksek bir eserdir. Mesela bir ayette kadınlar tarla olarak nitelendirilir. Meseleyi derinliğine incelemeyen bazı yazarlar Kuranın kadınları küçük gördüğünü, onlara değer vermediğini söylerler. Oysa kadınların tarla olarak nitelendirilmesi en azından doğu kültür ve geleneğinde var olan bir motiftir. Kur'an bu motifi kullanarak bir mesaj vermektedir. Öyleyse doğru anlayabilmek için doğu kültürünü bilmeye şiddetle ihtiyaç vardır. Bunun gibi önceki semavi dinler olan Yahudiliği ve Hristiyanlığı da iyi bilmek gerekir. Bugün hala bir ayeti doğru anlamadığımız için Hz. İsa'nın gökyüzünde Allah’ın yanında olduğuna inanan ve kıyamete yakın geleceğini savunan, dolayısıyla Hz. İsa'nın etrafında birleşmek gerektiğini iddia eden Kur’an mütercimleri veya ilahiyatçılar vardır. Ve bunların ilim anlayışıyla değil, fakat bir ekole bir tarikata veya bir cemaate mensubiyet sebebiyle yaptıkları bu tür yayınlar İslam dinine ciddi zararlar verdiği gibi, Hristiyanlığı yayma arzusuyla yanıp tutuşan misyonerlerin de iştahlarını kabartmaktadırlar. Oğuz Bey söz buraya gelince bir iki kelam etmeme izin verin. Bir tarikata, bir cemaate, bir ideolojik derneğe mensup kişiler ilim adamı olamaz. Bu tür insanlar ilmi gerçekleri mensup oldukları zihniyet doğrultusunda yorumlama çabası içinde bulunurlar. İlim adamını bağlayan hiçbir bağ bulunmamalıdır, ilim adamı kendi fikri özgürlüğünü daraltan zincirleri kırmalı, otorite kabul ettiği kişileri tenkit edebilmelidir. Aksi takdirde ilim olmaz; bu ifadenin daha kuvvetli olabilmesi için Azeri lehçesiyle söyleyeyim: "O l a b i l e m e z”. Oğuz Bey siz sormadan ben devam edeyim, mesela fısıltı gazetesiyle bizim meale Kamer suresinin ilk ayetine verdiğimiz farklı anlam dolayısıyla tenkit yöneltmektedirler. Konuyu önce bir ortaya koyalım. Ayeti Ömer Nasuhi Bilmen merhum ”Kıyamet yaklaştı ve ay ikiye ayrıldı”; Elmalı merhum “ Yaklaştı saat, yarıldı Kamer”; Muhammed Esed “Son saat yaklaşacak ve ay yarılacak ”diye çevirmiş, bu konudaki kanaatini optik bir yanılsamaya bağlamıştır. Bazı mütercimlerimiz Arapçanın dil özelliği dolayısıyla geçmiş zaman kipinin ileride mutlaka gerçekleşecek olaylar için kullanıldığını, dolayısıyla ayetin kıyamete yakın bir olaya işaret ettiğini ifade etmişlerdir. Bize göre bu savlar doğru olmakla birlikte ayetin anlattığı bu değildir. Anlatıldığı gibi müşrikler Peygamberimizden ayı ikiye ayırmasını istemiş olabilirler. Ay yarıldı demek Arapçada bir deyimdir ve gerçekler ortaya çıktı demektir; daha açık bir ifadeyle ahir zaman Peygamberi geldi, Kur'an'ı tebliğ etmeye başladı; Kuran ve İslam ay gibi parladı, her tarafı aydınlattı. Daha ne mucizesi istiyorsunuz, Kur'an'dan büyük mucize mi olur, eğer olur diyorsanız şairlerini ve tapındığınız putları yani o tanrılarınızı yardıma çağırın, onun benzeri bir sure veya ayet getirsinler demek istemektedir. Şimdi biz bu eseri yayınlayıncaya kadar ne trajikomik şeylere rastladık. Bir profesörümüz ay yarım haldeyken karanlık kısmı ile aydınlık kısmını ayıran çizgiyi Peygamberimizin işaret parmağıyla ayı ikiye ayırdıktan ve birleştikten sonra kalan çizgi olarak niteleyebilmiştir. Bir başka profesörümüz ayın ikiye ayrılması 1969 yılında Amerikalı astronotların incelenmek üzere aydan parçalar almaları şeklinde açıklayabilmiştir. Allah’ım! Sen aklıma mukayyet ol. Hocam bu konular anlaşılıyor ki bir söyleşinin sınırlarını çok aşacak. Siz bir iki örnek daha verin ve okuyucuyu sıkmada konuyu bitirelim. Bitirelim Oğuz Bey. Bir ayet var ki onu size açıklamadan bitirmek istemem. Bu Zuhruf suresinin 81. ayetidir. Ayet birçok mütercim tarafından şu mealde çevrilmiştir: "De ki: Eğer Rahmanın bir çocuğu olsaydı, ona kulluk edenlerin ilki ben olurdum”. Buna yakın bir tercüme Elmalı’dan beri birçok çevirici tarafından tekrar edilmiştir. Bu da diğer örnekler gibi vahim bir tercümedir. Yanlışlık mütercimlerin araştırmadan ayetteki “in” edatını yaygın olan şart edatı olarak almalarından (her sakallıyı babaları sanmalarından) kaynaklanmaktadır. Bizim çeviri şöyledir: : Ey Peygamber de ki: “ (Siz Allah’ın bir oğlu olduğunu iddia ediyorsunuz) Bilin ki Rahman olan Allah’ın bir çocuğunun olması asla söz konusu değildir. Çünkü Allah’ı layıkıyla tanıyan kullarının başında ben gelirim. (Dolayısıyla böyle bir durumun olmadığını çok iyi biliyorum) Daha bunun dışında meallerde bir çok vahim yanlışlar vardır ki bu meallerle Kuranı doğru anlamak asla ve asla bir daha söyleyeyim ve asla mümkün değildir. Daha iddialı bir ifade olarak görebilirsiniz, bu meal ile Kuran-ı Kerim'in anlamı diğer meallere göre yüzde yirmi civarında değişmiştir. Bu bizim açımızdan sevindirici bir durum olsa da gerçekte çok büyük bir ilmi faciaya işaret etmektedir. Şunu da arz edeyim ki okuyucu bu iddialı cümlelere bakarak bizim kendimizi Türkiye’nin en âlim kişileri olduğumuzu iddia ettiğimizi zannetmesin. Bizden çok daha bilgili hocalarımız çok şükür ki vardır. Bizim başarımız sabırla, acele etmeden mevcut bütün kaynak eserlere ulaşmamızdan, ne, nerede, niçin, ne zaman, neden gibi araştırmanın temeli olan soruları sormamızdan da kaynaklanmaktadır. Hocam bu da çok iddialı bir cümle oldu hiç beğendiğiniz meal yok mu? Evet, var, buradan kendisine sağlıklı uzun ömürler ve her turlu güzellikleri lütfetmesini Yüce Allahtan niyaz ediyorum. Adana İlahiyat Fakültesinde Prof. Mustafa Öztürk var. Kendisi ileriki yıllarda ülkemizin yüz akı olacaktır. Onun “Anlam ve Yorum Merkezli” bir meali var. Onu beğeniyorum. Ancak okuyucu onun diğer kitaplarını da okumak durumundadır Evet Oğuz Bey, fincancı katırlarını biraz ürküttük gibi ama ne yapalım ki bunlar gerçek ve çok acı gerçekler. Başka örneklere geçmeyelim ve size candan teşekkürlerimi sunayım. Hocam ben size teşekkür etmeden önce kısa bir cevap almak istiyorum. Ülkemizde dine hizmet etmek için kurulan bunca dernek, bunca vakıf var, bunlar ne yapıyor? Madem kısa cevap istediniz ben de kısa cevap vereyim, çelik çomak oynuyorlar. 
Teşekkürler ediyor ve sizin Mustafa Öztürk için yaptığınız duayı sizin için yapıyorum.