info@ellidokuz.com
Dolar Alış
:
34.5184
Dolar Satış
:
34.5806
Euro Alış
:
36.1612
Euro Satış
:
36.2263
Aranıyor, lütfen bekleyiniz...

Çocuğunuzu Aşırı Kollamayın

Utangaçlıkla karıştırılmaması gereken ruh sağlığı sorunu sosyal fobide, ailenin ketleyen, aşırı koruyan ve baskılayan tutumu, çocukta sosyal fobi gelişme riskini 3 kat artırıyor.

Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı Klinik Şefi ve Başhekim Yardımcısı Doç Dr. Nesrin Dilbaz, kongre başkanlığını üstlendiği KKTC'de düzenlenen 6. Ulusal Anksiyete Kongresi'nde yaptığı açıklamada, sosyal kaygı bozukluğunun (sosyal fobi) sık rastlanan bir ruh sağlığı sorunu olduğunu ve dünya genelinde yüzde 13 sıklıkta görüldüğünü söyledi.        

Toplum önünde başkalarıyla birlikteyken yanlış bir şey yapacağından korkma, başkaları tarafından alay edilecek, aşağılanacak endişesi taşıma ve bundan dolayı toplum içinde yapılacak işlerden kaçınma davranışının sosyal fobi olarak tanımlandığını belirten Dilbaz, bunun çocuğun sosyalleşeceği 13-14 yaşlarında başladığını ifade etti.       

Dilbaz, hekime başvuru yaşının genellikle hastalığın başlangıcından 15-25 yıl sonra olduğuna dikkati çekerek, bu gecikmenin sosyal kaygı bozukluğunun tedavi edilebilir bir hastalık olduğunun bilinmemesi ve bunun kişilik özelliği olarak görülmesinden kaynaklandığını söyledi.
       
''UTANGAÇLIKLA KARIŞTIRILMAMALI''
Dilbaz, ergenlik çağında çocuğun içine kapanmasının ve toplum içinde olmaktan kaçınmasının utangaçlıkla karıştırılmaması gerektiğini vurguladı.        
Haberin devamı vreklam

Önceden girişken, neşeli olan ancak birden bire içine kapanan kişilerde sosyal fobi gelişmiş olabileceğine işaret eden Dilbaz, bu belirtilerin aileler tarafından ergenlik ya da okul değişimi gibi nedenlere bağlanarak gözden kaçırıldığını dile getirdi.       

Dilbaz, şu bilgiyi verdi:        

''Örneğin, üniversite dönemlerinde karşı cinsle arkadaşlık kuramama, kültürel etkinliklerin içinde yer alamama, bir toplantıda konuşma yapamama, önceden hazırlanmış bir raporu sunamama, başkalarının yanında yemek yiyememe-içememe, başkalarının oturduğu odaya girmekten kaçınma, ısrarlı bir satıcıya karşı duramama, arkadaş toplantısına, partiye girememe sosyal fobinin en belirgin özellikleridir.        

Göz temasından kaçınma, ses tonunun düzleşmesi, iki büklüm başı öne eğik duruş, özür dileme ve kendini değersiz hissetme cümleleri, bir yabancı ile tanışma veya tanıştırılmaktan kaçınma, utanacak veya küçük düşecek bir şey yapma endişesi, ellerinin titremesinden korkma bu kişilerin yaşadığı sıkıntılar arasında yer alıyor.''
        
''YÜKSEK OKUL BAŞARISI, SOSYALLEŞMEYİ GERİLETEBİLİYOR''
Sosyal fobinin görülme sıklığı açısından Orta Doğu Teknik Üniversitesinde (ODTÜ) bin öğrenciyi kapsayan bir araştırma yaptıklarını belirten Dilbaz, öğrencilerin bu okula çok iyi puanlarla girdiğini, yüksek okul başarısına sahip olduğunu, araştırma için ODTÜ'nün bu yüzden seçildiğini anlattı.        

Dilbaz, araştırma sonucunda ''öğrencilerin yüzde 21'inde sosyal fobi çıktığını'' ifade ederek, ''Yüksek okul başarısı, bu çocuklarda sosyalleşmeyi geriletebiliyor, baskılayabiliyor. Başarılı olabilmek için sosyal aktivitelerden uzak kalan gençler, başarılı ancak içine kapanık olabiliyor'' dedi.
       
''KETLEYEN AİLE, ÇOCUKTA SOSYAL FOBİ RİSKİNİ 3 KAT ARTIRIYOR''
Dilbaz'ın verdiği bilgiye göre, sosyal fobisi bulunan kişilerde aile yapısı çok önem taşıyor.       

Sürekli eleştiren ebeveynler, çocuklarında sosyal fobi gelişmesine neden olabiliyor. Çocukların yetiştirilirken ketlenmemesi gerekiyor. Yaptığı güzel davranışların ödüllendirilmesi ve çocuğun onore edilmesi isteniyor. Olaylar karşısında 'Niye böyle yaptın? Bak olmadı işte' yerine 'Şu yolu da deneyebilirdin, belki şansın artardı' gibi cümlelerin kurulması öneriliyor. 'Yapamazsın, anlamazsın' gibi olumsuz cümleler kullanılmaktan kaçınılması gerekiyor.        

Ketleyen ailesi olan çocuğun, sosyal fobi sahibi olma riski 3 kat artıyor. Bu nedenle, öncelikle anne ve babanın daha çocukluktan itibaren çocuğuna 'yapabilirsin, başarabilirsin, istersen olabilir' gibi olumlu cümleler kurması ve onu teşvik etmesi tavsiye ediliyor.        

İleri derecede kaygılı bir anne ya da baba aşırı kollayıcı ve koruyucu olabiliyor ve böylece çocuğun kendi başına araştırma ve inceleme yapma gereksinimini engelleyebiliyor. Böyle bir engelleme de çocuğun özerkleşmesini ve kendine güven kazanmasını zorlaştırıyor. Sürekli bir korku içinde olan çocuk, sürekli olarak kaçınıyor ve insanlarla karşı karşıya gelemiyor.        

Sosyal kaygıda doğum sırası da önem taşıyor. En utangaç çocuklar tek çocuklar olup, onları takiben ilk çocuklar geliyor. En küçükler en az utangaç olanlar. Buna göre kardeşlerin olması sosyal becerileri öğrenme ve test etme olanağını veriyor.
        
''YÜKSEK ORANLARDA ALKOL VE MADDE KULLANIMI GÖRÜLÜYOR''
Sosyal fobisi olan kişilerde korktukları durumlarla karşılaştıklarında sıklıkla çarpıntı, titreme, terleme, kaslarda gerginlik, midede burulma duygusu, ağızda kuruma, ateş basması ve üşüme duygusu ve kafada basınç duygusu ya da baş ağrısı gibi belirtiler görülüyor.        

Bugün artık on kişiden birinde yaşamının bir döneminde sosyal fobi görülebildiği düşünülüyor. Stresli ve küçük düşürücü bir yaşantıdan sonra birden başlayabileceği gibi yavaş yavaş da ortaya çıkabiliyor. Çoğunlukla sürekli bir gidiş gösteriyor, erişkinlikte şiddetlendiği ya da kısmen hafiflediği olsa da hastalık genellikle yaşam boyu sürüyor. Bu kişilerde ayrıca yüksek oranlarda alkol ve madde kullanımı da görülüyor.        

Sosyal fobisi olan kişilerin intihar etme olasılıkları genel toplum ortalamasının yaklaşık iki katı olarak dikkati çekiyor. Toplumda sosyal fobisi olan çoğu kişi toplum önünde konuşmaktan korkarken, yarısından biraz daha azı yabancılarla konuşmaktan ya da yeni insanlarla karşılaşmaktan korkuyor. Hastaneye yatırılmayı gerektirmiyor.
       
''TEDAVİYİ ALMAYANLAR, KARİYER YAPMA ŞANSINI KAYBEDEBİLİYOR''
Sosyal fobi, çok uzun soluklu bir tedaviyi gerektiriyor.        

Tedavide, ilaç ve psikoterapi uygulanıyor. Bireysel terapinin dışında özellikle grup terapisinden büyük yarar sağlanıyor.      

İlgili tedaviyi almayanlar, işlerinde kariyer yapma şansını kaybedebiliyor. Örneğin, imza atarken ellerinin titremesinden endişe eden bir bankacı, kendisine gelen müdürlük görevini reddediyor, viyolonsel çalan bir öğrenci, birebirken yüksek performans gösterirken arkadaşlarının yanında çalamadığından konservatuvarı bırakmak zorunda kalabiliyor.        

Sonuç olarak, zamanında tedavi edilmeyen kişiler, mesleklerinde ilerleyemiyor, genellikle bekar oluyorlar. Çünkü, evlilikte başarı gösteremiyorlar, ilişki kuramıyorlar. Kırsal kesimde, genellikle görücü usulü ile evleniyorlar. Kapanık, içine dönük oluyorlar.