Şu an sadece İstanbul ve İzmit’te büyükşehirlerin sınırı aynı zamanda il sınırı. Yeni yasa çıktığında 29 belediye İstanbul ve İzmit gibi olacak. Yani, büyükşehirlerin kapsamı ‘mücavir’ alan yerine ‘il sınırı’ olacak. Başkan, ilin bütününden sorumlu ve yetkili olacak. Bu illerin bütün seçmenleri büyükşehir belediye başkanlığı seçiminde oy kullanacak.
Bu modele göre beldeler mahalleye dönüşecek. İlçelerdeki imar, itfaiye, ulaşım, zabıta gibi yetkiler ise başkana geçecek. Deyim yerindeyse ilin sınırları içinde başkanın izni olmadan çivi bile çakılamayacak. İşte tüm bu gelişmeler sonucunda başkanların seçim sistemi de değişiyor. Sadece merkezdekiler değil 29 ilin bütün seçmenleri ‘başkan’ için oy kullanacak.
Bu sistem bazı sakıncaları da beraberinde getiriyor. Bu düzenlemeyle terör örgütüyle içli dışlı bir görüntü arz eden, terörün finansmanı hususunda çıbanbaşı konumunda olan Güneydoğudaki bir büyükşehir Belediyesi’ne iki büyükşehir belediyesi daha ilave edilecektir.
Bu yeni düzende valililerin görevleri itibariyle silikleşmekte, devlet eliyle Güneydoğu’da “otonom bir devlet” uygulamasına kapı aralanacaktır.
Kırılgan Güneydoğu politikaları, Irak’ta oluşan mezhebe ve ırka dayalı parçalı yapı, İran’ın Ortadoğu’da yürüttüğü ben merkezli politikalar, Suriye’nin yaşadığı akibeti belirsiz süreç, Barzani yönetiminin bağımsızlığın eşiğine getirdiği Kuzey Irak ortada dururken federatif yapıyı çağrıştıran böyle bir modelin denenmesi Türkiye’yi geri dönüşü olmayan bir maceraya atmaktır.
Bazı AKP’li milletvekillerinin “yerel yönetim paketi” adı altında basın yayın kuruluşlarına servis ettikleri bir planı, kaygı, ibret ve dikkatle takip etmekteyiz. Planda başkanlık sistemine geçişin bir parçası olarak yerel yönetimlere; devlet memurlarını atama, vergi ve harç yetkisi, her ilin tek bir belediye başkanı ve tek bir meclisi olması, İçişleri Bakanlığı’nın belediye başkanlarını görevden alma yetkisinin kaldırılması gibi tam anlamıyla “Federalizmi” ve bölgesel özerkliği çağrıştıran düzenlemeler öngörülmektedir. Bu paket, devletin üniter yapısına zarar vereceğini düşündüğümüz, bütünlüğümüzü bozmaya yönelik faaliyetlere açık, hukuki bir zemin hazırlamaktadır. Bu paketin amacı, devlet-millet bütünleşmesine darbe vurmak, yerel yönetimleri terör örgütlerinin ve aşiretlerin ellerine teslim etmektir.
Bu çerçevede özellikle öğretmen ve doktorların yerel idareler tarafından atanması, iş güvencelerinin yalnızca görev yaptığı ille sınırlandırılması ve memurların başka ile tayin haklarının ellerinden alınması da planlanmaktadır. Bu durum, tam anlamıyla yerel yönetimlere özerklik verilmesi ve kamu çalışanlarının iş güvencesinin yok edilmesi anlamı taşımaktadır. Eğitim, sağlık gibi temel kamu hizmetlerinin yerel yönetimler tarafından götürülmesi, kamu hizmetlerinin gördürülmesinde aranan “kamu yararı” ve “idarenin kuruluş ve görevleriyle bir bütün” olduğu ilkelerini ortadan kaldıracaktır.
Yeni bir planmış gibi basına servis edilen bu çalışmanın, 100 yılı aşkın bir zamandır milletimize dayatılan, ülkemizi bölmeye yönelik bir zehir olduğunu biliyoruz. Ülkemiz; uzun bir süredir gerek içimizdeki gerekse dış güçler tarafından sistemli bir şekilde yürütülen bir parçalanma ve milli birlik ve bütünlüğümüzün bozulması planıyla karşı karşıyadır. Atalarımızın, vatanımızın her karış toprağını kanlarıyla sulama pahasına parçalayıp attığı Sevr paçavrasının Kürdistan başlıklı 62. maddesinde, vatanımızın bir bölümü için yerel özerklik öngörülmüştür. Terör örgütü PKK’nın Genel Başkanlık Konseyi tarafından 27 Haziran 2003 günü yapılan açıklamasında ise “Yerel yönetimlerin yetkileri artırılarak sağlık ve kültür başta olmak üzere bazı hizmetler yerel yönetimlere bırakılarak demokrasinin derinleşmesi sağlanmalıdır.” ifadesi ile Sevr’in bu maddesine hayat verilmeye çalışılmıştır. Ne acıdır ki, 100 yıl kadar önce vatanımızı işgal eden düşmanlar tarafından dayatılan, daha sonra da terör örgütü PKK tarafından dillendirilen bu talepler, bugün ülkemizi siyaseten yöneten bir partinin milletvekilleri tarafından gündeme taşınmaktadır. Bu paketin ülkemizin içinde bulunduğu coğrafyanın kan gölüne çevrildiği, ülkelerin bölündüğü ve terör örgütü ile bir takım gizli pazarlıkların yapıldığı bir döneme rastlaması ise ayrıca manidardır.
Türkiye bu girişimlerle sanki Mütareke şartlarına geri döndürülmeye çalışılmaktadır. Böylesine vahim bir girişimin, büyük Türk milleti nezdinde olumlu karşılık bulacağı düşünülmemelidir. Milletimiz, bu kimselerin gerçek niyetlerini er geç sezinleyecektir. Devletimizin yapılanmasını değiştirerek federal bir yapıyı getirme arzusundaki bu mihrakların, milletin öfkesine maruz kalmadan önce doğru tercihe yönelmelerini önerir; hiç kimsenin devletimizin üniter yapısı, milletimizin bölünmez bütünlüğü üzerinde oyun oynamamasını tavsiye ederiz.
Devletimizin yapısının değiştirilmesi, kamu görevlilerimizin özerkleştirilmiş yerel yönetimlerin idaresine verilmesi, ülkemizi bir maceraya atmak anlamı taşımaktadır. Ne Türkiye Kamu-Sen ne de kamu çalışanları böyle bir durumu asla kabul etmeyecektir. Türkiye’nin bir takım siyasi hesaplarla maceraya atılacak lüksü yoktur. İktidarı, kamuoyuna karşı duyduğumuz sorumluluğun bir sonucu olarak uyarmayı, üzerimize düşen tarihi bir görev olarak görüyor ve Türkiye Cumhuriyetinin üniter yapısını zedeleyecek girişimlerden uzak durmaya ve bu maceradan vazgeçmeye davet ediyoruz. Bu davet, Türkiye Kamu-Sen olarak üzerimize düşen milli bir vazife, tarihe düşülen önemli bir kayıttır.
Muzaffer DOĞAN
Türkiye Kamu Sen Tekirdağ İl Temsilcisi