CHP Tekirdağ il başkanı Şener Zeynel Saygın,23 Nisan’ın çocukların günü olduğunu, egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olduğunu vurguladı ve çocukların Dünya Çocuk Hakları Beyannamesi’nden gelen haklarının ellerinden alınmaya çalışıldığını ve bu bayramın anlamını ve değerini bilerek onların hakları için sonuna kadar mücadele edeceklerini söyledi.
Saygın yaptığı açıklamada; Bu yıl, 23 Nisan Ulusal Egemenlik Ve Çocuk Bayramı’nın 102. yılını kutlayacağız. Cumhuriyetin temelinin atılması, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılması, rejimin değiştirilmesi, bir büyük devrimin gerçekleştirilmesi anısına ilan edilen 23 Nisan Ulusal Egemenlik Ve Çocuk Bayramı’nın 102. Yılını kutlayacağız. Öncesinde, milli egemenlik, padişahın kayıt ve şartı ile sınırlıyken, 23 Nisan 1920’de açılan TBMM’de, ‘’Yüce Meclisin Üzerinde bir kuvvet yoktur’’ ve 1921 Anayasası’nın birinci maddesine göre de, ‘’Egemenlik Kayıtsız Şartsız milletindir’’ hükmü ile millet egemenliği perçinlenmiştir.
Büyük Atatürk; 600 yıllık bir monarşi ve 10 yıllık bir meşrutiyeti müteakip, dört yılda (1919 – 1923) bir cumhuriyet çıkarmayı başarmıştır. TBMM, bu cumhuriyetin temel taşıdır. Bu bayramın, ulusumuzun var oluşundaki önemi, 1920’li yıllardaki Türkiye’nin durumunda yatmaktadır. Bu durumu, üç değerli yazarımızdan yapılan alıntılarla sizlere sunmayı istiyorum; Ahmet Haşim, bir mektubunda şöyle anlatıyor Anadolu insanını: (...)Anadoluluların güzelliği de bozulmuştur. Bir köy, bir kasaba veya bir şehrin kalabalığına bakılsa, şehrin kalabalığında o kadar topal, topalların o kadar çeşitlisi, o kadar cüce, kambur, kör ve çolak görülür ki, insan kendini eşyanın şeklini bozan dışbükey bir camla etrafa bakıyor zanneder.” (1) Yakup Kadri Karaosmanoğlu da Anadolu insanını Yaban romanında anlatır: (...)Sağ kolumun yokluğu, kimsenin takdirini celbetmek şöyle dursun, hatta merhametini bile uyandırmadı.
Acaba niçin?
Bunu sonradan anladım. Zira, burada, sakatlık hemen herkese mahsus bir hal gibidir. Mehmet Ali’nin anası enikonu topallıyor. Salih Ağa’nın oğullarından biri kambur. Bekir Çavuş’un kızı Zehra kördür. Ben görmedim, fakat Mehmet Ali’nin söylediğine göre muhtarın karısının (...) bütün vücudunda canlı yalnız bir yeri kalmış. O da gözleri imiş. Bunlardan başka, köyün iki meczubu, bir cücesi vardır. Yaşar Kemal de, Karıncanın Su İçtiği adlı romanında, savaş sonrası Anadolu’daki çocukların durumunu şöyle anlatır: (...)Cemil, ağaçları dolandı, şaşkınlık içinde kaldı. Bir sürü küçük çocuk, on, on bir, on iki yaşlarında, hepsinin avurdu avurduna geçmiş, gözleri çukura kaçmış, yüzlerinin, bedenlerinin derisi kemiklerine yapışmış, boyunları çöp gibi, kimisi çırılçıplak birer iskelet, çırılçıplak bir paçavra yığını her biri.
Peki Anadolu insanı neden böyledir, bu çocuklar kimdir?
Uzun yıllar süren savaşlar, Anadolu’da eli silah tutan diye tabir edilen insan sayısını yok denecek kadar azaltmıştır. O güzel, genç insanlar savaşlarda yok olmuşlardır. Geriye savaşamayacak durumdaki sakatlar, yaşlılar, hastalar, kadınlar ve çocuklar, o masum, o hiçbir şeyden habersiz çocuklar kalmıştır. Anadolu insanı bu yüzden bu haldedir. Sağlıklı insanlar azaldıkça üretim düşmüş, üretim düştükçe de beslenme yetersizliği ve sonucunda da hastalıklar, sakatlıklar almış başını yürümüştür.
Yaşar Kemal’in, Demirciler Çarşısı Cinayeti romanında dediği gibi “O iyi insanlar, o güzel atlara bindiler, çekip gittiler.” Hem de dönmemek üzere. Anlaşılırlık adına birkaç rakam vermek de yerinde olacak. 1923 yılında Osmanlı’dan Türkiye’ye kalan miras; Nüfus 13 milyon 96 bin kişi. Nüfusun yüzde 84’ü yani 11 milyon kişi köylerde yaşıyor. Nüfusun yüzde 10’u okuryazar. (Türkiye, 1870 yılındaki Almanya’nın yüzde 80 olan okuryazarlık oranına ancak 120 yıl sonra, 1990 yılında ulaşabildi.) 1923 yılında Türkiye’de sadece 4894 ilköğretim okulu vardı. 40 bin köyün 38 bininde hiçbir okul bulunmuyordu. Bu okullarda 341 bin 941 öğrenci eğitim görüyordu. Bunların da sadece 62 bin 954’ü kız öğrenciydi. (1925 yılında İngiltere’de 35 bin 83 devlet okulunda 5 milyon 940 bin öğrenci eğitim görmekteydi.)
Prof. Dr. Recep Akdur’un çalışmasına göre, 1923 yılında Türkiye’de bebek ölüm hızı binde 250 yani yüzde 25. Doğan her dört bebekten biri ölüyor. Anne ölüm hızı yüzde 18. Yani her 5 anneden biri ölüyor. İşte 23 Nisan Ulusal Egemenlik Çocuk Bayramı; yazarların anlattığı yurdumuzun o günkü zor şartlarında, insanların kaderlerini ellerine aldıklarının unutulmaması, o günkü çocukların unutulmaması için her yıl daha büyük coşkuyla kutlanmalıdır. Yüce önder Atatürk, bu bayramı ilan ederken herhalde, ulusal egemenlik kavramını çocuk yaşlarda kavrayacak bugünkü sağlıklı, mutlu çocukları hayal etmiştir. Bu ulus, Ata’sının hayalini gerçekleştirmiştir. Her ne kadar birileri çocuklarımızı örgün eğitim dışında tutmaya çalışsa da, onları ucuz iş gücü olarak görse de, onların Dünya Çocuk Hakları Beyannamesi’nden gelen haklarını ellerinden almaya kalksa da bu bayramın anlamını ve değerini bilerek onların hakları için sonuna kadar mücadele edeceğiz. Ulusumuzun ve göz bebeğimiz çocuklarımızın ‘’23 Nisan Ulusal Egemenlik Ve Çocuk Bayramı’’ kutlu olsun Dedi.