Bir dönem filmi olan “Vatanım Sensin” adlı dizi, başlangıcından önce fragmanları yayınlandığında heyecan uyandırmıştı. Ama bölümler yayınlandıkça heyecanın yerini biraz hayal kırıklığı aldı. Çünkü, bazı tarihsel gerçekliklere aykırı birçok enstantane ile karşılaşıldı. Yapımcılar her ne kadar bölümlerin başında “Bu dizide yer alan olaylar, kurumlar ve karakterler tamamen hayal ürünüdür” ifadesini kullansa da tenkit ve tepkilerin önüne geçemedi.
Zira dizide İzmir’in İşgali işleniyor, tarihi figürler ve olgular kullanılıyor. Yani birçok kısmı hayal ürünü değil. Eleştiriler, gerçekliklerin saptırılması veya göz ardı edilmesinden kaynaklanıyor. Buna karşın 10 Kasım’da Atatürk fotoğrafı ile yayınlanan replik beğeni topladı. Son bölümde ise Mustafa Kemal Paşa ve beraberindeki kahramanların milli mücadele ateşini yaktıkları Amasya Genelgesi’nin okunduğu sahne izleyicilerin gözlerini doldurdu ve takdir kazandı.
Bir roman, tarihi film veya televizyon dizisi asla tarih değildir; öyle olduğu takdirde klasik tarih dersi olur. Oysa bir sanat eseri olan roman veya film-TV dizisi, tarihi zemin kabul ederse temel gerçekleri değiştirmeden akış şemasına kurgusal gerçekleri ustaca ve estetik düzlemde eklemek zorundadır, işte o zaman sanat yapmış olur. Yani İstanbul’un işgali ile ilgili bir televizyon dizisi yaratıyorsanız Padişah Vahdettin’i sarayda çay-kahve dağıtan bir kahveci başı yapamazsınız.
Enver Paşa’yı bir gazeteci gibi Bakü Halklar Kurultayı’na gönderip Lenin ile buluşturamazsınız. Orada Enver Paşa bir Osmanlı Paşası olarak yer almaktadır çünkü. Her şeyden önce emeğe saygılı bir emekçi araştırmacı-yazar olarak, diziye emek veren, rollerini mükemmel yapan sanatçı, kameraman, ışıkçı, kostümcü, tüm çalışanlara ancak saygılarımı sunarım. İşlerini başarıyla yapıyorlar.
10 Kasım’da Gazi Paşa ile ilgili göz yaşartıcı bölüm için ayrıca kutlarım. O akşam izleyiciyi ekrana kilitlediler. Şu anda reytingi çok yüksek olan diziye yeni reytingler kaygısı ile Mustafa Kemal Paşa'yı tekrar eklemek istiyorlarmış. Bu da garip, Mustafa Kemal'i reyting ile ölçüp taltif etmek, ne kadar yüz kızartıcı.
Vatanın hikayesi anlatılıyorsa bu namus borcumuzdur. Azami özen gösterilmeli.
15 Mayıs 1919’da emperyalizmin güdümünde İzmir’i işgal eden Yunan Ordusu’na Konak Meydanı’nda ilk kurşunu atarak şehit olan kişi, müphem bir Hasan Basri değil, sosyalist-yurtsever gazeteci Hasan Tahsin’dir. Hasan Tahsin ismini çarpıtmak başlı başına skandaldır. Mustafa Kemal’i, dizide “Abdülmuttalip Süleymangazi” ismiyle canlandırabilir misiniz? Yapamazsınız. Aynı şeydir bunlar.
Yunan işgal komutanı Albay Zafiryu ile Yunan Askeri Valisi Steryadis şehirdeki üst düzey Rum, Levanten, Musevi ve Türk kesimi resepsiyona davet edip devasa bir Yunan bayrağı önünde Kral Konstantin’in işgal bildirisini okumuştur. Salondaki Müslümanlar eşlerini evde bırakıp oraya geldiler, ola ki bir Müslüman kadın orada olsa, mutlaka çarşaf içinde olur ve Yunanlı ile vals filan yapmaz. Bildiri okunurken tam o esnada “Türkler geri gelecektir” diye bağıran bir davetli, Yunan bayrağını parçalamıştır ve idama mahkum olur. Bu kişi Nesim Navaro isimli bir İzmirli Yahudi tüccardır. Hadi bakalım bu müthiş ayrıntıyı senaryoya koysunlar da görelim.
Dizideki Cevdet, gerçekte, Mustafa Kemal’in Yunan Ordusu içindeki bir numaralı casusu Osmanlı Jandarma Yüzbaşı’sı Gavur Mümin’in (Aksoy) berbat bir kopyasıdır. Mümin Bey, Kurtuluş Savaşı esnasında İzmir’de değil, Atina’da Yunan Genelkurmayı içinde faaliyet halindedir. Son anda yakalandığı içi Kurtuluş Savaşı sonrasında esir Yunan Kumandanı Trikopis ile takas edilmiş ve yurda dönünce rütbesi albaylığa yükseltilmiştir. İzmir Balçova’daki mezarının üzerinde “Kurtuluş Savaşı’nın bir numaralı casusu” ibaresi vardır.
İzmir Rum Metropoliti Hrisostomos, bir numaralı vatan hainidir. Türkler’le Rumlar’ın kardeş kavgasının baş sorumlusudur. İşgal öncesi ve sonrasında kiliselerde yaptığı konuşmalarda “Türk kanı içmek sevaptır” diye konuşmalar yapmıştır. Bu, Yunan belgeleri ile sabittir. Papaz Efendi, Yunan Ordusu’nun işgalini desteklemiş ve kışkırtmıştır. Papaz Hrisostomos da dizi de bu gerçek doğrultusunda yansıtılmalıdır.
İzmir'i, emperyalizm işgal etmiştir. İzmir'i Yunanistan'a veren “Paris Barış Konferansı” 5 Mayıs 1919'da toplanmıştır. Masanın başına ABD Başkanı Wilson, karşısına ise İngiltere Başbakanı Lloyd George oturmuş, yanlarına ise Fransa Başbakanı Clemencau ve İtalya Başbakanı Orlando yerleşmiştir. Birkaç gün tartıştıktan sonra 12 Mayıs günü, Yunanlılar’a İzmir'i verdiklerini açıklamışlardır. Selanik ve Pire'den hareket eden 16 asker taşıma şilebi dahil olmak üzere 30 savaş gemilik, toplam 46 parçalık işgal donanmasında yer alan, 4 ve 3 bacalı büyük zırhlı ve 2 veya 1 bacalı muhriplerin ve dretnotlardan oluşan donanma ile gelmiştir.
Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan’a ait gemiler vardı. 15 Mayıs 1919 sabahı karaya çıktılar. Bu bakımdan Yunan sancaktarı ve yanı başındaki iki askere Hasan Tahsin Bey tarafından sıkılan kurşunlar, gerçekte bu donanmaya, yani temsil ettiği emperyalizme karşı sıkılmıştır. Emperyalizme karşı zafere ulaşan ilk şanlı kurtuluş savaşı 15 Mayıs sabahı İzmir'de başlamıştır. Biz İzmirliler, işgal edilmekle ve ilk kurşunu sıkmakla bir evrensel kurtuluş savaşını başlatmış, 9 Eylül 1922'de Emperyalizm'den kurtulmakla da o kurtuluş savaşını sona erdirmiş bir kentin çocuklarıyız.
Gazeteci Hasan Tahsin vücudu paramparça edilerek şehit edildi. Vücudunun parçaları Maşatlık Tepesi'ne (Bahribaba) gömüldü. Sonra vahşi bir katliam gerçekleşti. İlk anda, Miralay Süleyman Fethi Bey, Kaymakam Doktor Şükrü Bey, Kolağası Hüseyin Necati Bey, Yüzbaşı Nazım Bey, Yüzbaşı Ahmet Bey, Doktor Fehmi Bey, Mümeyyiz Nadir Bey, Mümeyyiz Ahmet Hamdi Bey de süngülenerek şehit edildiler. Miralay Süleyman Fethi Bey, göğsüne dayanan Yunan süngülerine baş eğmemiş, «Zito Venizelos” (Yaşa Venizelos) demesi için zorlanmasına rağmen boyun eğmediği için vahşice süngülenmiş, Konak Meydanı yakınındaki Guraba-i Müslimin Hastanesi'ne, Sarıkışla telgraf çavuşu amcam İzzet Altınkalem Efendi tarafından taşınarak doktorlara teslim edilmiş, ancak 3 gün sonra hastanede vefat etmişti.
Katliam alayları oluşturularak sahilden kuduruk Rum militan şovenlerinin arasından geçirilerek yüzlerce Müslüman katledilmiştir. Sonra katliam şehrin içine, varoşlara ve kırsala yayılmıştır. İlk bir ayda İzmir ve çevresinde katledilen Müslüman Türk sayısı 15 bindir.
İşgal yıllarında Yunan askerleri İzmir'deki tüm Müslüman evlerini basarak kaçak Türk askeri ve bayrak aramışlardır. Dedemin evini de basmışlar. Kaçak asker olarak çarşafa bürünüp bir köşede Kuran-ı Kerim okuyan küçük amcamız İzzet Efendi'yi ise fark edememişler. Topladıkları bayrakları ise her mahallede öbek öbek yaktılar. Yani “Bir daha bayrağınız geri gelmeyecektir, bizim bayrağımızı kabul edin” demek istediler. İstiklal Ordusu Büyük Taarruz'dan sonra İzmir'e hızla yaklaşırken, halkın elinde bayrak yoktu. Bunun üzerine analar, evlerinin kırmızı perdelerini, kırmızı masa örtülerini, kızlarının kırmızı etekliklerini bozarak üzerlerine beyaz patiskadan ay yıldız diktiler. Böylece İstiklal Ordusu İzmir'e girerken, her evden sallanan halkın bayrakları ile karşılandı. İzmir, tepeden bakılınca bir gelincik tarlasına dönmüştü. Bu bayraklardan bir tanesi de, Namazgahlı Sırriye teyzenin eliyle diktiği bayrak bana emanettir, arşivimde saklıyorum. Bu halkın eliyle yaptığı bayrak sahnesi olmadan İzmir konulu dizi, film, filan olmaz.
İzmir'in kurtuluş tarihi olan 9 Eylül çok şanlı bir tarihtir. Bu tarihte şehri yeniden Türklüğe kavuşturan İstiklal Ordusu'nun tüm savaşçıları başkumandandan neferine kadar kutsal kahramanlarımızdır. O sabah Konak Meydanı'na en önce ulaşıp kalabalık arasından bir Türk anasının eliyle yaptığı bayrağını kapıp Hükümet Konağı'na çeken Süvari Teğmeni Ali Rıza Akıncı'dır. Daha sonra balkona gelen Yüzbaşı Şerafettin ve Teğmen Hamdi ile birlikte bu kez yeniden Ali Rıza Akıncı'nın elinden göndere çekilen alay sancağı sahneleri bire bir canlandırılmalıdır.
İzmir'in kurtuluşundan 4 gün sonra 13 Eylül 1922'de Büyük İzmir Yangını başladı ve üç günde rüzgarın da tesiriyle kentin dörtte üçünü, özellikle Hıristiyan mahallelerini kül etti. Büyük felaketti. Bu yangının gerçek örgütlü failleri, “İzmir İhtilalci Ermeni Komitesi” isimli, kent Türkler’in eline geçerse kenti yakacaklarına yemin etmiş olan teşkilatlı bir çete idi. Hıristiyan İtfaiye Kumandanı Paul Greskoviç, Amerikal Yüksek Misyon Şefi Mark Prentiss ve körfezdeki Fransız donanmasının kumandanı Amiral Dumesnil'in uluslararası raporlarına göre suçlu bu terör çetesidir. Burada asla Ermeni milletini suçlamamak gerekir. Onlar savaşın en acı sillesini yediler. Ama söz konusu çete suçludur. Türkiye düşmanlarının “Şehri Türk ordusu yaktı” iddiası ise palavranın daniskasıdır. “Vatanım Sensin” dizisinde İzmir yangını işlenecek ise, bunlara çok dikkat etmek gerek. Şehri ne Türkler, ne Yunanlılar, ne de Ermeni halkı yakmamıştır. Tek sorumlu ASALA benzeri, Taşnak türevi bir Ermeni çete yakmıştır.
1919'da İzmir'in İşgali’nde veya günümüzde en gerçek Türk dostları Yunan komünistleridir. İzmir'in işgaline karşı çıkmışlardır. Bu bize örnek olmalı. Yunanlılar, Osmanlı egemenliğine karşı çıkarak isyan ettiler ve kendi ulus devletlerini kurdular. Saygı duymalıyız. Türkler de Yunan işgaline bir kurtuluş savaşı ile karşı çıktılar, zafere ulaştılar ve kendi ulus devletlerini kurdular. Bu iki eylem birbirine karşıt hareketler değil, paralel uluslaşma hareketleridir. İki ulus coğrafya olarak veya tarih olarak simetrik iki ulustur. Tam bu anda nice barışçı sanat eylemleri yapılabilir. Emek, sosyalizm ve karşılıklı iki yurdun yurtseverliği anlamında nice estetik ağırlığı olan senaryo bizi bekliyor. Eğer Emperyalizm izin verirse…