info@ellidokuz.com
Dolar Alış
:
35.0619
Dolar Satış
:
35.1251
Euro Alış
:
36.4162
Euro Satış
:
36.4818
Aranıyor, lütfen bekleyiniz...

Haftanın Filmleri 15 Nisan 2016

Bu hafta 3`ü yerli, toplam 9 film beyazperdede izleyiciyle buluştu

“ORMAN ÇOCUĞU” Bir çocuk romanı klasiğinden Disney’in uyarladığı bir filmde az çok neyle karşılaşacağınızı bilirsiniz. Ama yönetmen koltuğunda oturan isim, 2008 tarihli ilk -bence en iyisi- “Iron Man” filminin yönetmeni Jon Favreau olunca işler değişiyor haliyle. O Favreau ki, demir adam serisinin ilk iki filmini başarıyla yönettikten sonra kendi yolunu çizmeye başlamış, hatta bizzat başrolde oynadığı keyifli ve lezzetli “Chef”e imza atmıştı hatırlayacaksınız. Rudyard Kipling’in klasiğine bir yönetmen ne katabilir derseniz, “tempo” ve “inandırıcılık” deriz biz de. Sinemada hikaye anlatmayı zaten çok iyi bilen bir stüdyonun, teknik beceri gerektiren sahnelerin altından kalkabilecek yığınla isim arasından Favreau’yu seçmesinde, yaratıcılık arayışı yatıyor olsa gerek. Ailesini kaybeden bir erkek çocuğunun ormanın derinliklerinde vahşi hayvanlarla kurduğu dostluğu ve karşılaştığı tehlikeleri anlatan filmin seslendirme kadrosunda Ben Kingsley, Scarlett Johansson, Idris Elba, Bill Murray ve Christopher Walken’ın yer aldığını da söylersek, filmin ne kadar özenli bir işçilik taşıdığını tahmin edebilirsiniz. İzleyecekseniz mutlaka orijinal seslendirmeli versiyonu tercih ediniz. Vaat ettiğini yerine getiren filmin notunu, herkese hitap etmeyebileceğini düşünerek bir parça kırıyoruz... 
 
“HEIDI” Söz klasiklerden açılmışken bu hafta vizyonda yine bir çocuk romanı klasiği “Heidi”nin uyarlaması da var. Johanna Spyri’nin eserinde bildiğiniz üzere, İsviçre alplerinde yaşayan 8 yaşındaki yetim bir kızın macerası anlatılır. Teyzesi tarafından dağ evinde yaşayan dedesinin yanına bırakılır. Filmde Heidi’nin bu dağ ve orman içindeki cennet hayatı kısa sürer, zira varlıklı bir ailenin engelli kızına refakatçılık yapması için Frankfurt’a gönderilir. Ama bir tür Pollyanna’cılık oynar Heidi. Bir gün o dağ evine dönmenin hayallerini kurar. Alain Gsponer’in çektiği filmde dedeyi ünlü aktör Bruno Ganz oynuyor. Belki bir “Orman Çocuğu” değil ama arkadaşlığın ve iyimserliğin önemi konularında öğüt vermek istediğiniz yaşça uygun bir çocuğunuz varsa izlenebilir. 

 “SUÇLU” Son olarak “Deadpool”daki performansıyla herkesi mest eden Ryan Reynolds’ı deneyimli aktör Kevin Costner’la buluşturan bir suç filmi karşımızdaki. Devre dışı kalan bir CIA ajanının hatıraları ve yetenekleri, ne yapacağı önceden kestirilemeyen çok tehlikeli bir adamın zihnine aktarılır. İlginç olan, Reynolds’ın 2015 yapımı ”Selfless”ta benzer bir senaryoda yer alması. Ama bu kez beynine girilen kişi, son yıllardaki filmlerine oranla çok daha fit gördüğümüz Costner. Filme yatırım büyük zira kadrosunda Gary Oldman ve Tommy Lee Jones gibi eşsiz oyuncular var. “Wonder Woman” Gal Gadot da cabası. Ama İsrail doğumlu genç yönetmen Ariel Vromen’in aksiyon ve dramayı buluşturmada ”vasatı ancak aşabildiği” yönündeki yorumlar ağırlıkta. Büyük beklentiyle izlenmediği takdirde keyif alınabilecek bir yapım. 

 “BEKAR YAŞAM KILAVUZU” Ünlü aktör Don Johnson ve oyuncu eşi Melannie Griffith’in ortaklaşa güzel eseri Dakota Johnson’ı “Grinin Elli Tonu”ndan sonra bir kez daha doyasıya izlemek isteyen varsa, zaten yazının geri kalanını okumayacaktır. Ama biz yine de yazalım. New York’ta geçen bir romantik komedi izlemek isteyenler de filmi sevecektir. Yine de uyaralım. Özellikle de sinemayla daha ciddi düşünenleri. Zira sadece popüler arkadaşlık uygulamalarının vaat ettiği süslü aşk hayatının gerçek olduğunu iddia ediyor film. “Kentte binlerce bekar vardır ve gece dışarıya çıkarsanız biri mutlaka size göredir!” Filme göre vasata bile razı bu insanların zaman zaman yalnızlığı da öğrenmeleri gerekiyor, ki tek akıllıca mesajı bu olabilir. Christian Ditter’ın yönettiği film için kısaca “ortalama” diyebiliriz. 

“YEMEKTEYDİK VE KARAR VERDİM” Rıza Gürsoy ve ailesinin Kurban bayramı dolayısıyla aynı sofrada buluşmasının hikayesi öyle herkese ilginç gelmeyebilir ama Yeşilçam’a bir dönem damga vurmuş isimlerden Arzu Okay’ın 37 yıl sonra sinemaya dönmesi belki ilginizi çekebilir. Ailenin farklı nesillerden fertlerinin kendilerince sorunları vardır. Bayram buluşması, bu sorunlarla yüzleşmeye doğru ilerler. Görkem Yeltan’ın çektiği filmin oyuncu kadrosunda Mehmet Göreli ve Sema Poyraz da var. 

 “ÖLÜM TRENİ” Night Shyamalan’ın “6. His”teki başarısını burada uzun uzadıya anlatacak değiliz ama neyi başardığını hatırlamamız gerek. Çünkü “Ölüm Treni” aynı formülü uygulamaya çalışıyor. Shyamalan, “ölü insanlar görüyorum” diyen küçük bir çocuğun macerasını son ana kadar merak uyandırıcı biçimde anlatmış, “sürprizli” finaliyle de bir başyapıt yaratmıştı. “Ölüm Treni”ndeki psikolog Peter da aynı dertten müzdarip. Ölü insanlar görüyor. Üstelik onlar, hastaları. Peter, hastalarının, yıllar önce aynı gün ölen insanların hayaletleri olduğunu anlıyor. Geçmişe döndükçe kendi kızını trajik bir kazada kaybetmenin travması nüksediyor. Hepimiz, bilinçaltımızın kuklalarıyız. Peter da oradan oraya savruluyor. Çözmesi gereken daha derin bir travmanın peşine düşüyor. Hayli çekici bir konuya sahip olan film, finalde bir sürpriz yapmak zorunda hissetmesi, senaryonun savruluşu ve tempodaki düşüşler nedeniyle; Adrien Brody ve Sam Neill gibi iki ustanın bile altından kalkamayacağı bir yüke dönüşüyor. Senarist Michael Petroni’nin yazıp yönettiği ilk uzun metrajı, “gol atarak iyi başladığı maçı berabere bitiren takım” görünümünde. 

 “ATEŞ” 2009 tarihli “Kanımdaki Barut” filmiyle radarımıza takılan genç sinemacı Haluk Piyes, yine yazıp yönetip başrol oynadığı bir filmle karşımızda. Cihangir ve Tophaneli iki yakın arkadaş Ateş ve Yavuz’un hayalleri farklıdır ama kaderleri ortaktır. Kavgacı bir kişiliğe sahip olan Ateş, annesi gibi tiyatrocu olmak ister. Yavuz ise taksicidir. Birbirlerini kollarlar. Ateş’in karşısına İstanbul’a yeni gelmiş, daha doğrusu aile baskısından kaçmış Aleyna çıkar. Farkındaysanız cümleler ilerlese de konuyu toparlayamıyoruz. Korkarız, aynı şey filmin senaryosu için de geçerli. Piyes, yine aynı temalar etrafında koşturan aynı başkarakteri yazdığı için mi böyle, bilemedik. Sorun, izleyicinin takip edebileceği sağlam bir olay örgüsü yaratamamakta yatıyor olabilir. Piyes “Kanımdaki Barut” için “şiddete karşı bir sosyal sorumluluk projesi” demişti ama yeni piyesinde de ortaya yine bol kavgalı, bol bakışmalı, yer yer iyi çekilmiş sahneler içerse de yarım bırakılmış öykücüklerin daha fazla yer tuttuğu bir iş çıkarmış. 

 “KAPININ DİĞER TARAFI” Hikaye Hindistan’da yaşayan bir Amerikalı ailenin başından geçenleri anlatıyor. Ölen oğlunu geri getirmek isteyen anne, bir tapınak keşfeder. Ne var ki oğlunu geri getirecek ritüel sırasında yanlış bir iş yapar. Açmaması gereken bir kapıyı açar. Buraya kadar anlattıklarımız ilginizi çektiyse filmin ani kamera hareketleri, şiddetli ses efektleri ve elbette garip görünümlü paranormal varlıklardan medet umarak gerilim yaratmaya çalıştığını belirtmemiz gerek. Oysa perdede başarılı bir gerilimin; seyircinin ilk beş duyusu değil de psikolojisi üzerinde oynayarak çıkarılacağını düşünüyoruz. Film bu haliyle rahatsız edici ama izlerken kaybedeceğiniz 90 dakika psikolojinizi daha çok bozabilir. 

 “GENÇ PEHLİVANLAR” Eğer günün birinde Kırkpınar’da güreşmeyi düşünmüyorsanız bu filmin ilginizi çekeceği şüpheli. Mete Gümürhan’ın belgesel türündeki filmi, Amasya’daki bir eğitim merkezine başvuran genç pehlivan adaylarını anlatıyor çünkü. Çocukların öyküleri güzel. Hedefleri ise şampiyon olmak. Ama filmin seyirci kitlesini sınırlayan bir yapısı olduğunun altını çizelim.