“BEN-HUR”
Kendi ülkesinde çektiği filmlerle sinema dünyasında ses getiren ama sonra Hollywood’a transfer olunca aynı başarıyı yakalayamayan yönetmenlere Timur Bekmambetov da eklenmiş olabilir. En azından böylesine önemli bir klasiğin “remake” denemesinden sonra ilk yorumlar bu yönde. “Ben-Hur” deyince durup, iki kez düşünmek gerek. William Wyler’ın 1959’da çektiği 11 Oscar’lı klasiği “Ben-Hur”u yeniden çekmek kimin fikriydi bilmiyoruz ama kamera arkasına Bekmambetov gibi hünerli bir ismi bile koysanız, ortaya ilk filmi aratan bir iş çıkıyor ne yazık ki. Hikayeyi anımsayacaksınız: Yahudi Ben-Hur’un önce yükselişi, sonra “kardeşi” Messala’nın Roma İmparatorluğu’ndaki önlenemez yükselişi, haksız yere zindana atılıp köle yapıldığı dönem ve sonunda müthiş bir intikam macerası. Ridley Scott’a “Gladiator”da ilham veren ünlü arena sahneleri her ne kadar Bekmambetov’un ustalığını yansıtıyorsa da filmin genel olarak Morgan Freeman’ın filmdeki saçları kadar kötü olduğunu düşünenler de var. Charlton Heston gibi bir dev’den sonra Jack Huston’ın “Ben-Hur” olduğuna inanmak da imkansıza yakın. Orijinal filmde Hz. İsa’nın son günleri, neredeyse filmin kendisi kadar etkileyici biçimde anlatılmıştı biliyorsunuz. Yeniden çevrim’in aynı etkiyi yaratmaktan uzak olduğunu da vurgulayalım.
USTA İŞİ.. “SULLY”
Çifte Oscarlı Tom Hanks, “Kaptan Phillips” ve “Mr.Banks”ten sonra bir kez daha gerçek hayattan bir karakteri oynuyor. Ocak 2009’da arızalanan yolcu uçağını Hudson nehrine imkansız bir manevrayla indirip 155 yolcunun hayatını kurtaran kaptan pilot Chesley Sullenberger’in hikayesi bu. Kamuoyunda bir anda kahraman ilan edilen tecrübeli pilotun, soruşturma ilerledikçe yaşadığı zorluklar konu edilmiş. Robert Zemeckis’in “Flight”ını anımsatan ama mümkün olduğunca gerçek olayları takip eden filmin yönetmeni ise usta isim Clint Eastwood. Havacılık tarihine geçmiş bu enteresan olayın ardındaki bilinmeyenlere ışık tutmayı hedefleyen film herkesin ilgisini çeker mi bilinmez ama yapımın Oscar radarına girdiğini ve birkaç adaylık çıkarabileceğini söyleyenler var.
BİR BÜYÜME HİKAYESİ.. “KÜÇÜK ADAMLAR”
New York’u mesken tutan hikayeleri ve yaklaşım tarzıyla “auteur” olarak anılmaya başlayan yazar-yönetmen Ira Sachs, kamerasını bu kez ergenlik aşamasındaki çocukların dünyasına çevirmiş. Ailesinin yeni bir mahalleye taşınma kararıyla zorluklar yaşayan 13 yaşındaki Jake, komşularının oğlu Tony ile arkadaş olur. Gençlerin ikisi de sanat okuluna girme hayalindedir. Biri ressam, diğeri oyuncu olmak ister. Ancak iki çocuğun aileleri arasında yaşanan bir gerginlik, kurdukları arkadaşlıkta tökezlemelere yol açar. Büyüklerin yaşadığı sorunların çocukların dünyasına yansımasını başarıyla anlattığı söylenen film, ilgi çekici yönetmeninin yanısıra Greg Kinnear, Jennifer Ehla ve Alfred Molina’lı kadrosuyla da merak uyandırıcı.
JACKIE CHAN’E BUNU YAPTIRMAYIN!.. “TOZ OL”
Sinema dünyasına getirdiği enerjiyle büyük bir hayran kitlesi kazanan Chan bildiğiniz gibi önümüzdeki Oscar töreninde “onur” ödülü de alacak. Bu denli mühim bir adamın, her zamanki hikayesi ve tarzıyla, ilerlemiş yaşına rağmen yine bol aksiyonlu bir komedi filmine imza atmasından daha doğal ne olabilir? Gelin görün ki filmin o alıştığımız Jackie Chan filmlerinin enerjisine ve zekasına sahip olduğunu söylemek güç. Hikaye bildik dedik: Chan, kötü adamların elinden bir kızı kurtarması gereken polis rolünde ve yine bu macerada yanına aykırı, ayrıksı tam anlamıyla zıt ve farklı bir kültürden gelme bir tip yerleştirilmiş. Doğrusu bu roldeki Johnny Knoxville’nin elinden geleni yaptığını teslim etmemiz gerek ama film, yazılmamış bir senaryo ve olmamış bir aksiyon koreografisiyle çekildiği için, daha ortalara gelmeden “ben ne izliyorum” diye kendinize sorabilirsiniz. 62 yaşındaki Chan’i hiç bu kadar dublör kullanırken görmemiştik mesela. Üstelik tüm bu karışıklığın kamera arkasında, bir zamanların ünlü aksiyon yönetmeni Renny Harlin var.
UMUT VEREN KOMEDİ.. “EL DEĞMEMİŞ AŞK”
Yerli sinemamıza musallat olan birbirinin kopyası korku filmlerinden ve kalitesi tartışılır komedi denemelerinden sonra genç sinemacı Umut Kırca’nın ilk uzun metrajı, çölde vaha gibi duruyor açıkçası. Ailesinin baskısıyla çocukluk aşkıyla evlendirilen Zafer, aslında Duygu’ya aşıktır. Zafer futbol fanatiği, büyümemiş bir çocuk edasıyla karısından ayrılıp Duygu’yla evlenmenin planlarını yaparken Ceren Moray’ın başarıyla oynadığı “taze gelin” ise kocasını kaptırmamanın yollarını arar. Mizah yeteneği tescilli Emre Karayel ve güzel oyuncu Begüm Kütük’le birlikte kimyası tutmuş bir aşk üçgeni izlenimi veren film, merhum Levent Kırca’nın oğlu Umut Kırca için de geleceğe dair umut vaat eden bir iş gibi görünüyor.
SOSYAL KORKULAR.. “LANETLİ MESAJ”
Genç Alman sinemacı Simon Verhoeven’in denemesi pek de orijinal fikirler içermiyor. Her zamanki “paranormal aktiviteler”in gündelik yaşamımıza damgasını vuran sosyal medyaya sızmış hali, diyebiliriz. Okulun popüler kızlarından Laura, asosyal bir kız olan Marina’nın sosyal medya üzerinden yolladığı arkadaşlık teklifini kabul etmiyor ve bu durum, genç kızda saplantıya dönüşüyor. Derken devreye nedense “şeytani güçler” giriyor. Sonrası, esrarengiz videoların paylaşıldığı bir sosyal medya korkusuna dönüşüyor. Filmi bu haliyle sadece korku açlığı olanlara önerebiliriz.
BİLDİĞİNİZ GİBİ.. “AZEM 4: ALACAKARANLIK”
Korku serisinin dördüncü halkası bildiği sularda yüzüyor yine. “Blair Cadısı”ndaki mantıksal yaklaşımı hatırlarsınız. İlk film vizyona girmeden önce “yaşanmış gerçek bir olay” anlatısı viral biçimde medyada yer almış, izleyicilerin bir bölümü sinemada izleyecekleri “şey”in bu gençlerin başına gerçekten gelen “bela”nın görüntüleri olduğunu düşünmüştü. Azem serisinin yeni filmi de, benzer anlayışla, 1936 yılında Beydağları’nda bir ailenin başına geldiği rivayet edilen olaya dayanıyor. Hatta yapımcılar, filmin konusunu, gönderilen e-postalardan yola çıkarak oluşturmuş. Bu haliyle ne kadar ilgi çeker bilmiyoruz ama devamının geleceği kesin gibi.