Dört yıl aradan sonra bir edebiyat uyarlamasıyla, “72. Koğuş”la tekrar beyazperdedesin. Neden bu kadar uzun süre ara verdin sinemaya?
- Ben dört seneyi o kadar uzun bir zaman olarak görmüyorum. “72. Koğuş”ta oynadığım için çok mutluyum, dört senenin birikmişliğini bu filme yansıttığımı düşünüyorum.
“72. Koğuş”u kabul etme sürecin nasıl gelişti?
- Aslında ilk zamanlar pek oynama niyetinde değildim, çünkü bildiğimiz Orhan Kemal hikâyesinde Fatma’nın rolü çok azdır. Ama Alper Tunç senaryoyu ele aldıktan sonra, Fatma hikâyede daha çok ağırlık kazandı. Dolayısıyla ben de severek oynadım.
Sen işin içine girdikten sonra mı Fatma rolü bu kadar ağırlık kazandı?
- Öyle oldu. Yavuz Bingöl’e “Fatma rolünde kendimi göremedim” diye haber gönderdiğimde çare aramaya başladılar. Aslında ben biraz da vesile oldum. “72. Koğuş”ta ben oynamamış olsaydım bile senaryo bu şekilde değişmeliydi bence. Çünkü kadınlar koğuşuna ağırlık verilince, erkekler koğuşu daha bir anlam kazandı. Bu filmin gerçekten bir kadınlar koğuşuna ihtiyacı vardı. Yoksa kadın seyirciyi sinemaya biraz zor çekerdi. Böyle çok güzel oldu.
TEK BAŞIMA ROL ÇIKARAMIYORUM
Role hazırlanırken nasıl bir süreç geçirdin?
- Ben setteki oyuncuları, tavırlarını, kılık kıyafetlerini, hangi sahnede nasıl oynadıklarını gördükten sonra rolüme hazırlanabiliyorum. Yani tek başıma rol çıkaramıyorum. 28 senelik sinema hayatımda, rolüme dışarıda hazırlandığım zaman mutlaka sette bir aksilik yaşamışımdır, bir aykırılık hissetmişimdir. O nedenle benim için hazırlık zamanı, motor denilen ilk gündür.
28 yıl boyunca çok başarılı işlere imza attın. “Benim için yeri ayrı” dediğin bir film var mı?
- Hani derler ya “hepsi benim çocuklarım” diye, tamam tüm filmlerim benim çocuklarım ama kalbimde olanlar var tabii. Mesela “Bir Kırık Bebek”, “Benim Sinemalarım”, “Uzun Bir Gece”... Herkes “Fatmagül’ün Suçu Ne?” filmini seviyor ama o film benim için dördüncü ya da beşinci sıradadır.
Reddettiğin için pişman olduğun bir film var mı?
- “Eğreti Gelin”. O filmde oynamayı isterdim ama set uzaktı ve Zehra da küçüktü. Atıf Yılmaz, nur içinde yatsın, o da çok istedi. Hiç unutmuyorum bir gün evin balkonunda o kadar çok dil döktü ki bana ama yapamadım. Zehra’yı bir gün bile ihmal etmek istemedim. Sinema benim başımın tacı ama çocuğum daha ön planda.
Başka bir film var mı oynamadığına üzüldüğün?
- “O... Çocukları” var oynamadığım. Ama buna pişman değilim, çünkü Demet Akbağ oraya çok yakıştı. “Gönül Yarası”nda oynamadığıma da üzülürüm. O da yaz tatilime denk geldi, yine Zehra’nın tatilinden çalmak istemedim.
ÖLÜMLERDEN DÖNDÜM 1 AY KOMADA YATTIM
Bakıyorum da bu camiadaki herkes çok hırslı. Sen ise “İstedim ama çocuğumu bırakmadım” diyorsun. Bunlar pek çok sanatçının bir kenara koyduğu değerler...
- Özel hayatım her şeyden önce geliyor. Ben 19 yaşından beri sinemanın içindeyim. Senede yedi film çektiğim oldu. Günlerce uyumadan setten sete koştuğum zamanlar yaşadım. Sinemaya çok emek verdim; ölümlerden döndüm, yanımda fünyeler patladı, bir ay komada, iki ay yoğun bakımda yattım, çok kötü şeyler yaşadım. Sinemaya helali hoş olsun ayrı, ama bir yere kadar.
Hırslı mısın peki?
- Azimliyim. Azimle hırsı karıştırmamak lazım. Hırs çok kötü bir şey. Dozunu ayarlayamazsan hırsın içinde boğulup gidersin. Bana “Helal olsun, ne hırslı kadın, işte bak sonunda bunu da yaptı” dedikleri zaman üzüldüm, çünkü hiç hırsım olmadı. Ben, mesleki anlamda çok kıskancım. İşini iyi yapan kişiyi kıskanırım. Ama o da hırsla alakası olan bir şey değil.
BENİ ÇILDIRTIRSA ZEHRA’YI DÖVERİM
Kızın Zehra büyüyor, kuralların var mı evde?
- Hava kararmadan eve gelmek zorunda. Bir-iki yer var gidebileceği, oraya gidiyor. Onun dışında arkadaşlarının evinde kalmasına izin vermiyorum. Çünkü o karşıdaki aileye de yük. Arkadaşları bize gelebilir ama. Ben evimi herkese açmaya razıyım. Hizmet de ederim onlara, hiç fark etmez.
Arkadaş gibi oldunuz herhalde...
- Arkadaş da oldum ama anneliğimi de koruyorum. Çünkü biraz otorite, kural, disiplin şart. Çocuklar ne kadar isyan da etseler, o kurallardan keyif alıyorlar diye düşünüyorum. Zaten ben hayatımı hep kurallar üzerine kurmuşumdur. Zehra’yı ürkütmemek adına kurallarımdan vazgeçtiğim zamanlar oluyor ama mutlak kurallarım var, Zehra da bunları biliyor. O kuralların dışına çıkmıyor şimdilik.
Umarım hiç çıkmaz...
- Beni çok çıldırtırsa gerçekten döverim. Poposuna poposuna ya da eline koluna vururum yani. “Kızını dövmeyen dizini döver” sözüne inanıyorum. Çocukları biraz eski sistemde büyütmekte fayda var diye düşünüyorum.
Zehra da magazin basınının ilgi odağı olmaya başladı. Bu seni rahatsız ediyor mu?
- Aslında çok rahatsız ediyordu. Fakat son zamanlarda hak vermeye başladım. Çünkü Zehra güzel bir kız oldu. E ne yapsınlar yani? Zehra da saklanamaz ki! Basın çekecek, yapacak bir şey yok. Ben artık bunu engelleyemiyorum, alıştım. Zehra’yla sürekli konuşuyorum; “Bak gazetede resmin çıktı ama bu seni havaya sokmasın, çünkü bu senin yüzünden değil benim yüzümden” diyorum, “Basına çıkmak çok önemli bir şey değil ama sen bunu çok önemsiyorsan, Hülya Avşar’ın kızı olarak değil ünlü bir mimar, iyi bir doktor, iyi bir avukat olarak çıkacaksın”.
TECAVÜZ SAHNESİNDEKİ OYUNCULUK BAĞRIMDAN ÇIKTI
“72. Koğuş”taki tecavüz sahneleri, film daha vizyona girmeden konuşulmaya başlandı. Biraz bahseder misin o sahneden? Sıradan tecavüz sahnelerinden değil çünkü...
- Değil. Tecavüz sahnesinin gündeme gelmesinden çok sıkıldım. İşi biraz magazinleştiriyorlar, ki ben magazini çok severim. Magazinsiz hiçbir şey olmaz diye düşünüyorum hayatımda. Hani böyle çok fazla entel değilim. Ama bu yeni yazılan bir sahne. Biliyorsunuz “72. Koğuş” daha önce filme çekildiğinde o sahne yoktu. Bu, oyuncunun kendini gösterebileceği bir sahne. Normalde rolünden çok etkilenen oyunculardan değilim ama o sahnenin etkisi altında kaldım. Gerçekten bağrımdan, böğrümden çıktı o oyunculuk.
SINIR TANIMADIĞIMI MASTÜRBASYON SAHNESİYLE ORTAYA KOYDUM
Sinemada kuralların var mı?
- Eğer ki Türkiye’deki sinema yazarları, sinemayı gerçekten çok olgun, hakkıyla ve saygıyla eleştirseydi, sınırım olmazdı. Halkın değil, kızımın ve çevresinin başka türlü algılamasına sebep olacağını düşündüğüm için mecburen sınır koymak zorunda kalıyorum. Aslında ne kadar acı bir şey değil mi insanın bunları düşünerek işini yapamaması? Ben sınır tanımayan biri olduğumu “Berlin in Berlin”deki mastürbasyon sahnesiyle ortaya koymuştum. Benden sonra o tarz bir sahne çeken olmadı. Niye olmadı onu da bilmiyorum ama o çok önemli, gerekli bir sahneydi. Gerçekten Türk sinemasındaki en gerçekçi sahneydi. Bana tekrar yap deseler, yapmam. Çünkü o bir kere yapıldı, bitti. Niye yapmam? Tadı kaçar çünkü...