Popüler video oyunlarının sinema uyarlamalarıyla ilgi tecrübemiz pek iç açıcı değil malumunuz (Teşekkürler Uwe Boll!). Dolayısıyla Warcraft gibi devasa bir evrenin beyazperdeye nasıl taşınacağı konusunda hemen herkesin kaygıları olması normal. Kitaplarla da beslenen o evrenin her bir parçasını ezbere bilen hayranların bu filme ilk başta mesafeli durdukları da bir gerçek. Ama yönetmen koltuğuna Duncan Jones’un seçilmesi birkaç açıdan önemli. Bildiğiniz gibi, bir serinin, bir markanın, bir eserin hayranı olmak, o’nun sinemaya uyarlanması için doğru tercih olacağınız anlamına gelmiyor. Jones ise serinin hayranlarını seyirci’nin yerine koyup ilk başta doğru adımı atmış görünüyor. Kariyerine “Moon” ile esaslı bir giriş yapıp “Source Code” ile rüştünü ispatlayan, merhum “David Bowie’nin sinemaya meraklı oğlu” olmanın çoktan ötesine geçen Jones, vizyonerliği sayesinde, World of Warcraft ya da kısaca WoW deyince akan suların durduğu bir nesil için doğru tercih gibi duruyor. Filmin konusu insanlar ve ork ırkının karşı karşıya geldiği bilindik fantastik dünyada geçiyor. Ülkeleri yok olan Orklar, hayatta kalabilmek ve bir koloni kurabilmek için Azeroth krallığının eteklerine ilerliyor. Savaş ufukta görünüyor. İki ırk’ın savaşarak yok olmasını önleyebilecek cengaverler çıkıyor sonra ortaya. Oyuncu kadrosunda Travim Fimmel, Paula Patton, Ben Foster ve Dominic Cooper gibi önemli isimleri barındıran yapım, geçmişteki başarısız video oyunu uyarlamalarının ötesine geçip adını belki “Yüzüklerin Efendisi” kadar değil ama, yeni bir fantastik seri’nin başarılı ilk halkası olarak tarihe yazdıracak gibi görünüyor.
“BENİM ÇILGIN DÜĞÜNÜM 2:
Portokalos ailesinin macerası 13 yıl sonra devam ediyor. İlk macerada Yunan olmayan bir adama aşık olan Toula artık evli, üniversite çağında bir kızı olan ve babasından kalma Yunan restoranını işleten bir kadındır. Sorun, üniversite çağındaki kızı Paris’tir. Ailesinin geleneksel baskısından kurtulmak isteyen genç kız başka bir şehre taşınmayı planlar. Ama Portokalos ailesinin kuralları vardır. Sıkı sıkıya bağlı olduklarını sandıkları o kurallar, yarım asırlık bir sırrın ortaya çıkmasıyla sarsılır. Elbette tüm sorunları çözecek olan, yine yeni yeniden kocaman bir Yunan usulü düğündür! İlk filmde olduğu gibi yapımcıları arasında Tom Hanks’in de olduğu düğünün yönetmen koltuğunda bu kez Kirk Jones oturuyor.
“SEN BENİMSİN”
İyi çıkmasını çok istediğimiz bir film “Sen Benimsin”. İtalya’da son derece güzel bir volkanik adada, biraraya gelmesi son derece tehlikeli dört kişi buluşur. Maianne, yakışıklı sevgilisi Paul, Marianne’in eski sevgilisi Harry ve güzeller güzeli Penelope. Dolayısıyla ne ararsanız var: aşk, ihanet, kıskançlık, erotizm.. “Yatmadan Önce 100 Fırça Darbesi” kitabının uyarlaması “Melissa P.” filmiyle tanıdığımız İtalyan sinemacı Luca Guadagnino’nun çektiği filmin oyuncu kadrosu, Tilda Swinton, Ralph Fiennes, Matthias Schoenaerts ve Dakota Johnson’dan oluşuyor. Filmin durağanlaştığı yerlerde hikayenin geçtiği coğrafyayı izleyerek keyif almanız yine mümkün.
“VURGUN”
Sonda söyleyeceğimizi başta söyleyelim: Nicolas Cage’in kariyeri tepetaklak gitmeye devam ediyor. Bilinçli olarak mı başarısız senaryoları seçiyor yoksa kimse ona iyi roller teklif etmiyor mu bilemiyoruz. Ama Oscar ödüllü aktörün son yıllarda “Joe” dışında ismi hatırlanan pek projesi olmadı. Filmde Cage ve suratı bir türlü büyümeyen (35 yaşında) Elijah Wood, iki polis memurunu canlandırıyor. Çok da temiz polis değiller kendileri. Sınav sorularını para karşılığı diğer memurlara satmak gibi huyları var örneğin. Bir uyuşturucu operasyonu soruşturmasında paranın kokusunu alırlar. Las Vegas polis departmanının bu iki uyumsuz polisinin büyük bir belanın içine düşmesi fazla vakit almaz haliyle. Alex ve Benjamin Brewer ikilisinin kotardığı filmi beğenen kimseyi daha duymadık. Belki o siz olabilirsiniz.
“YAZ KAMPI”
Avrupa’da kamp macerası yaşamak isteyen dört Amerikalı gencin başına gelenler, size tanıdık geliyor mu? Evet, tam bir klişeler yumağı ama klişe, zamanında doğru olan eski şeylere verilen isimdir aslında. Dolayısıyla başarısız diyemeyeceğimiz bir olay örgüsü var filmin. Hedeflerine varıp tekinsiz ortamın daniskasını bulup kamp kuruyor bizim gençler. Sonra bir enfeksiyon başlıyor. Sonra ise ani kamera hareketleri, fiziksel dönüşüm geçiren karakterler, siyah sıvılar vs.. Alberto Marini’nin bol korkunçlu ama süresi kısa (81 dakika) filminde bizce umut var.
“EVRİM”
İstanbul’un da aralarında bulunduğu çok sayıda festivalin gediklisi Lucile Hadzihalilovic filmi “Evrim”in konusunu anlatmak biraz zor. 10 yaşındaki Nicolas, sadece kadın ve erkek çocukların bulunduğu bir adada yaşar. Çocukların hepsi Nicolas’ın yaşıtıdır. Bir gün denizde karşılaştığı bir ceset kafasında soru işaretleri oluşturur. Yaşadığı dünyayı, geçmişi ve geleceği sorgulamaya başlar. Nicolas kaybolduğunu düşünür. Korkuyu öğrenir. Tek bir tür’e indirgemenin hayli zor olduğu filmde Fransa doğumlu yönetmenin 2004 tarihli ilk filmi “Masumiyet”ten izler bulmak da mümkün. Genellikle beğeniyle karşılanan “Evrim”i beyazperdede “farklı” şeyler izlemek isteyenlere gönül rahatlığıyla önerebiliriz.
“ARAMA MOTURU”
Filmin adını yanlış yazmadık, orijinali böyle. Ama yanlış da yazsanız arama motoru doğrusunu bulacaktır. Film de bu espri düzeyinde. “Bir Anadolu komedisi” olarak lanse edilince Anadolu’ya haksızlık edildiğini düşünürüz. Ama “Anadolu samimiyeti” derseniz anlaşabiliriz.
Yönetmen Atalay Taşdiken’in “gerçek” oyuncularla çalıştığı film, Anadolu coğrafyasının teknolojiye uzak mı uzak bir diyarında “arama motoru” girişimini mizahi bir dille anlatıyor. Sıradan köylünün teknolojiyle imtihanı yer yer uzamış bir skeç tadı verse de samimiyet duygusu ağır basıyor. Ama siz yine de beklentilerinizi çok yükseltmeyin.
“ŞEYTANIN ÇOCUKLARI: EL EBYAZ”
Filmin basın bülteni ve fragmanından anladığımız kadarıyla “ürkütücü” bir gemide geçiyor hikaye. Genç arkeologlar toplaşıyor ve bir takım garip olaylara tanık oluyorlar. Öğreniyorlar ki 2 yıl önce gemide korkunç olaylar yaşanmıştır. Merve Sevi ve Fırat Çöloğlu’nun başrolleri paylaştığı filmin yönetmenliği Oya Köksal-Vedat Dikmetaş yapmış.
“SOKAK KÖPEKLERİ BAL İLE BETTY”
Başrollerde sokağa terk edilmiş iki köpek oynuyor denilince Cannes’da 2014’te büyük sükse yapan gerçek köpek isyanı “Feher Isten” geldi birden akla. Bal ile Betty ismindeki iki sokak köpeğini ve onlarla etkileşime giren insanları “gösteren” bu film yerine izlemediyseniz “Feher Isten”i bulup izlemenizi tavsiye ederiz. Hiç değilse Bal ile Betty hatırına.