Bizi geçmişimize bağlayan, bize kim olduğumuzu hatırlatan önemli kültür köprülerinden bir tanesiydi. Çünkü Türkiye kabuk değiştirme döneminde bambaşka kültürlere, okyanus ötesine falan açılıyor. Fakat bu arada bizi biz yapan değerler; Aşık Veysel gibi, Aşık Mahsuni gibi sembol isimlerle geçmişten geleceğe bir köprü oluşturuyorlardı. Neşet Ertaş da bunların sonuncularından biriydi, belki de sonuncusuydu.
Yaptığı bu bozlak müziği babası Muharrem Ertaş’tan ve o yöreden aldığı kültürle bizi bin yıllık bir kültürle karşı karşıya getiriyordu. Neşet Ertaş’ın yaptığı müziği eğer incelerseniz Anadolu’ya göçün; o aşiretlerin, o obaların, oymakların göçünün sesini bulursunuz. Bu yüzden de insanlar bunu bilinçle kavramasalar bile kromozomlarında, vücutlarında, kanlarında hissediyordu. Neşet Ertaş, radyo günlerinde sesi duyulduğu anda bir parça ile ünlü olmuştu; o günü ben çok iyi hatırlıyorum. “Mühür Gözlüm”ü bir kere söyledi ve bütün Türkiye onu dinlemeye başladı. Hem büyük bir yorumcu, hem büyük bir derlemeci hem de bir yandan işlevi de çok büyük olan birisi... Türkiye’nin bir kültür köprüsüydü, onun için çok sarsıcı oldu kaybı.
Kaderi o doğmadan çizilmişti
“Bin dokuzyüz otuzsekiz cihana / Kırtıllar köyünde geldin dediler / Babama Muharrem, anama Döne / dediysen atayı bildin dediler / Dizinde sızıydı anamın derdi / Tokacı saz yaptı elime verdi / Yeni bitirmiştim üç ile dördü / Baban gibi sazcı oldun dediler”
Hayat hikayesini döktüğü şiirinde böyle anlatıyordu, dünyaya gelişini, halk ozanı, Abdalların sonuncusu Neşet Ertaş. Kaderi o doğmadan çizilmişti, babası gibi göçebe, onun gibi ‘sazcı’ olacaktı. Yoksulluk içinde, son nefesine kadar çalıp söyleyerek bu dünyadan gelip geçmiş Kırşehirli bozlak ustası Muharrem Ertaş ile ikinci karısı Döne Hanım’ın dört çocuğundan ikincisiydi. Çocukluğu, düğünlerde çalgıcılık yapan babasının peşinde Kırşehir ve Yozgat’ın köylerini gezerek geçti. Daha üç dört yaşındayken babasını çalıp söylerken gizli gizli izlerdi, kısa bir süre sonra da eline zil ve kaşık alıp oynayarak ona eşlik etmeye başladı. Önce keman, ardından bağlama çalmayı öğrendi. Hocası babasıydı ama bu işler kökten, gönülden gelirdi aslında, “Bozlak bellemeyle söylenemezdi”, 1998 yılında Hürriyet gazetesinde çıkan röportajında dediği gibi.
‘Bize garipler derler’
Kendisi beş yaşında, en küçükleri kundaktayken anneleri öldü. Babaları yeniden evlendi ve çocukları üvey annelerine emanet edip askere gitti. Yoksulluk içinde üç beş kuruş kazanabilmek için saz çalıp dilenmeye başladı Neşet Ertaş. Ardından da kemancı olarak düğünlere gitmeye... Hiç sahiplenip de “Bunu ben besteledim” bile demediği ilk bestesini hasta yatağındaki bir delikanlıya bakıp yazdı: “Anam ağlar başucumda oturur”. Hep kullanacağı ‘Garip’ mahlasını da o zaman aldı, babasının “Bize garipler derler yavrum” sözünden esinlenerek.
1950’lerin ortasına elinde sazı, terk etti bozkırı. Bir kız sevmiş, alamamış, geçim derdi boyunu aşmış, doğduğu topraklar ona dar gelir olmuştu. İstikamet göç diyarı İstanbul’du ya, ne taşı ne toprağı altın şehirde kapı kapı dolaştı, iş bulamadı. Umutları tüketmişken, kaderini değiştirecek o tabelayı gördü: Şençalar Plak. Elinde sazıyla çaldı kapıyı. Başladı babasının bozlağını söylemeye: “Neden garip garip ötersin bülbül”.
Kadri Şençalar’ı gözyaşlarına boğan bozlağı bitirdiğinde Beyoğlu Saz’da bir işi, Hacı Hüsrev’de tek göz oda bir evi ve cep harçlığı vardı artık. 1957’de doldurduğu ilk plağında yine şansını döndüren o bozlağı okudu. Fakat kök salamadı İstanbul’da, iki sene sonra Kırşehir’e döndü. Ama bir süre sonra yine yola düşüp Ankara radyosunun kapısını çaldı bu kez. Muzaffer Sarısözen’in Yurttan Sesler programında sazını çalmak için. Geliş o geliş. Ankara’ya yerleşti, TRT’nin mahalli sanatçılar için açtığı sınavı kazanıp program yapmaya, geceleri pavyonda çalışmaya başladı. Plaklar birbirini izledi. Ve aşık olup, babasının karşı çıkmalarına karşın “Kaşları kara kara / Gözleri derde çare” Leyla ile evlendi.
Parmağına felç geldi
Ankara’daki mutlu hayatı 10 yıl sürdü. Hüseyin, Döne ve Canan adlı üç çocuk sahibi olduğu evliliği bitmiş, gece hayatından bezmişken bir de parmağına felç geldi. Artık buralarda duracak hali kalmamıştı. Tedavi için ağabeyinin yanına Almanya’ya gitti ve dönmedi. Tam 23 sene...
Kurduğu Neşet Ertaş orkestrasıyla gurbetçi düğünlerinde çalarak sağlıyordu geçimini. Türkiye’de türküleri dillere, korsan kasetleri tezgahlara düşmüştü ama sesini duyan, yüzünü gören yoktu. Hatta öldüğünü sananlar çoktu. “Benim gönlüm geçmişti bu sanattan. Zaten çilelerini çektik biz bunun, mutluluklarını görmedik. Yordu bizi” diye anlatacaktı o günleri Can Dündar’ın “Garip” belgeselinde. Belki ömür öyle de geçecekti ama 2000 yılında kapısı çalındı. “Neşet Ertaş” kitabının yazarı Bayram Bilge Tokel tarafından. Onu küsüp sığındığı inzivadan çıkmaya ikna etti Tokel. Harbiye Açıkhava’daki hınca hınç dolu konser, toprağıyla barıştırdı onu. “Ayaklarınızın turabı, gönüllerinizin hizmetkarıyım,” diyordu dinmeyen alkışlar karşısında.
Halkıyla kucaklaştı
Hayatının son yıllarını halkıyla kucaklaşarak, türkülerini memleketinin insanlarına çalıp söyleyerek geçirdi. Süleyman Demirel’in cumhurbaşkanlığı döneminde kendisine verilen ‘devlet sanatçılığı’ unvanını; “Halkın sanatçısı olarak kalmak, benim için en büyük mutluluk” diyerek geri çevirdi. UNESCO tarafından ‘Yaşayan İnsan Hazinesi’ ilan edilirken, geçen yıl İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı’ndan fahri doktora unvanı aldı.
Sayısını kendisinin de bilmediği kadar beste yaptı (“Zülüf Dökülmüş Yüze”, “Neredesin Sen”, “Zahidem”, “Çiçekler Ekiliyor”, “Gönül Dağı”, “Dane Dane Benleri Var” en bilinenlerden birkaçı), eserleri Kalan Müzik tarafından 12 CD’lik bir dizi olarak yayınlandı. Bir süredir İzmir’de Medical Park Hastanesi’nde kanser tedavisi görüyordu Neşet Ertaş. Üç yıl önceki bir konserinde “Çeyrek nefesteyim, çoğu gitti azı kaldı” demişti ama yine de 23 yıllık ayrılıktan sonra vakitsiz oldu vedası. Dün sabah saatlerinde geldi haberi. Vasiyeti babasının ayak ucuna gömülmekti, öyle olacak. Bugün önce Ankara’ya, oradan Kırşehir’e nakledilecek ve yarın Kırşehir Ahi Evran Camii’nde kılınacak öğlen namazından sonra babasına, ustasına kavuşacak.
Gül: Geride hazine bıraktı
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, halk ozanı Neşet Ertaş’ın vefatı nedeniyle yayımladığı mesajın yanısıra hislerini sosyal paylaşım sitesi twitter’daki hesabında da anlattı. Gül, ünlü ozanın geride büyük bir hazine bıraktığını belirtti. Gül, dün sosyal paylaşım sitesi twitter’daki hesabında, Neşet Ertaş’ın 2008 yılında Çankaya Köşkü’ndeki Çankaya Sofrası’nda daha önce saz çalarken çekilmiş bir fotoğrafını paylaştı. Gül, ünlü ozanla ilgili olarak
hesabında şunları yazdı: Neşet Ertaş’ın vefatına çok üzüldüm. Hastaneye yattığında durumunun çok ciddi olduğuyla ilgili bilgi vermişlerdi. Allah rahmet etsin. Anadolu insanının hissiyatını derinden seslendiren olağanüstü bir değerdi. Ümit ederim ki yeni nesiller Neşet Ertaş’ın seslendirdiği bu duygu ve hissiyata yabancı kalmazlar. Geride büyük bir hazine bıraktı. Tekrar ailesine ve tüm sevenlerine başsağlığı diliyorum.
İkindi namazının ardından Ahi Evran Camii’nden kılınacak cenaze namazının ardından da ünlü ozanın cenazesi Bağbaşı’ndaki merkez mezarlıkta babası Muharrem Ertaş’ın yanına defnedilecek.
Hep yolcuyuz...
Yine Can Dündar’ın belgeselinde, babasına “Baba sen neden beste yapmıyorsun?” diye sorduğunu anlatıyordu. “Oğlum” demiş babası, “Ozanlar birbirinin devamıdır. Eğer benim demek istediğimi benden evvel gelip giden bir ozanımız yazmış ise, bana o bir miras bırakmıştır, saygıyla anarak onun sözlerini havalandırırım.” Neşet Ertaş “Hep yolcuyuz böyle gelir gideriz / Dünya senin vatanın mı, yurdun mu?” dediği cihandan geldi geçti... Ama ne yazık ki bir gelenek de onunla beraber geçti. Mirasını devralacak kimseler kalmadı artık.
Cenaze törenine katılacak
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, bugün Neşet Ertaş’ın cenaze törenine katılacak. Kırşehir’de ikindi namazının ardından kılınacak cenaze namazına Ak Parti’den de katılımın yoğun olması bekleniyor. AK Parti Kongresi’ne hazırlık çalışmaları ve yoğun gündem nedeniyle ABD gezisini iptal eden Erdoğan, bugün Ankara mesaisine birkaç saatliğine ara vererek Ertaş’ın cenaze törenine katılarak, Türkiye’de her kesimden geniş kitlelerin beğeni ve saygısını kazanan ünlü müzik adamına verdiği değeri göstermiş olacak.
Sanat dünyası yas tutuyor!
Neşet Ertaş’ın cenazesi bugün 07.00’de İzmir’den THY ile Ankara’ya oradan da Kırşehir’e nakledilecek. Ertaş, Kırşehir Ahi Evran Camii’nde öğlen namazını müteakiben kılınacak cenaze namazı ile uğurlanacak. Ertaş’ın ardından derin yas içine giren sanat dünyası duygularını Milliyet ile paylaştı.
Hasan Saltık
Son ustayı da kaybettik. Yeri doldurulamayacak bir ustaydı. Benim dostumdu aynı zamanda; bana ‘gardaşım’ derdi. Almanya’da kendi halindeyken 2000 yılında gidip onu ikna ettim Türkiye’ye gelmesi için. Karşılıklı bir güven ilişkisi oldu aramızda. Her şeyini bana teslim etti. “Bana tekrar can verdin” diyordu. Buraya geldikten sonra ise konserlerinin gördüğü ilgiyi görünce çok mutlu oldu. 3 hafta önce “En son bestemi sana yaptım” dedi, bir yıl sonra bağlamayı eline alıp çaldı. Ama tamamını çalamadı, çok hastaydı çünkü...
ARİF SAĞ
Hakikaten çok üzgünüz. Önemli bir adamı kaybettik. Kolay kolay yeri doldurulamayacak bir insanı yitirdik. Kendisinin MESAM’da yüzlerce eseri kayıtlı, bizim korumamız altında. Bugüne kadar bir gün daha, telefon açıp da eserlerle ilgili ekonomik anlamda herhangi bir şey sormamıştır. Paraya doygun gözlü bir insandı. Derviş bir yanı da vardı tabii. Fazla bir şey söyleyemiyorum. Ailesine ve tüm Türkiye’ye başsağlığı diliyorum.
ZÜLFÜ LİVANELİ
Çok üzgünüm, hem bir dostumu yitirdim, hem de Türkiye çok önemli bir kaynağını, bir ustasını yitirdi. Neşet Ertaş’ın önemi çok büyüktü. Neşet Ertaş’ın önemi şuradaydı; bizi geçmişimize bağlayan, bize kim olduğumuzu hatırlatan önemli kültür köprülerinden bir tanesiydi. Bizi biz yapan değerler; Aşık Veysel gibi, Aşık Mahsuni gibi sembol isimlerle geçmişten geleceğe bir köprü oluşturuyorlardı. Neşet Ertaş da bunların sonuncularından biriydi, belki de sonuncusuydu.
SABAHAT AKKİRAZ
Neşet Ertaş sadece bir ozan değildi. O son kırk yılın şahidi, ustası, dili ve Anadolu’nun aynasıydı. Çalan her sazın telinde, söylenen her türkünün dilinde, hep o vardı. Ama hep tekrar eden burada da tekrar etti; vefasızlık, ölü sevicilik ve hatırlanmak için ölmüş olma gereği. Neşet Ertaş Hak’ka yürüdü. Halkına ‘garip’ diye seslenen ve çaldığı her türküye mührünü vuran bu ustanın önünde saygıyla eğiliyorum. Hızır yoldaşı olsun.
SELDA BAĞCAN
Hepimizin üzerinde hakkı olan bir sanatçıydı; en başta da benim. Benim sanatıma katkısı büyüktür. Zaten halkımızın üzerinde de hakkı vardır; öyle güzel şeyler üreterek bizi mutlu etti ki. Ozanlık geleneği bitiyor artık, yerine kimse gelemeyecek onun. Yerine gelenler başka bir şey olacak; onun yeri dolmayacak. Çok üzgünüz, herkes üzgün. Tedaviyi reddetmiş son bir yıldır. Bu da gönlünün ne kadar kırık olduğunu gösteriyor. Yaşarken kıymetini bilemedik bari öldükten sonra bilelim.