info@ellidokuz.com
Dolar Alış
:
34.2820
Dolar Satış
:
34.3438
Euro Alış
:
37.3363
Euro Satış
:
37.4035
Aranıyor, lütfen bekleyiniz...

Haftanın Filmleri 17-23 Nisan 2015

Bu hafta 5’i yerli 5’i yabancı toplam 10 film vizyona giriyor.

“KANUNUN KUVVETİ”
 
Oscar kazanmış bir aktörün kendini ispatlaması için daha kaç kez Oscar alması gerekir? Ya da şöyle soralım: Oscar kazanan aktör bir Fransız ise, İngilizce oynamadığı her film, izleyicinin radarından uzakta kalmak zorunda mıdır? Değildir elbet. Yeteneği tartışılmasa da “The Artist”le Oscar kazanması hayli tartışılan Fransız aktör Jean Dujardin, bu kez anavatanında geçen bir hikayede başrolde. 1975 yılında Marsilya’dayız. 
Dujardin idealist ve kıdemli bir polis mahkemesi hakimi olan Pierre Michel’i canlandırıyor. Michel’in hedefinde bu kez çok büyük bir uyuşturucu çetesi vardır. Çetenin liderlerinden Zampa’ya bayrak açan Michel, tüm uyarılara rağmen sonuna kadar gitmeye yeminlidir. Ama “French Connection” adlı bu çetenin ilişkileri, idealist bir kanun adamının uğraşabileceğinin çok ötesine uzanır. Çetenin ismi sizi şaşırtmasın. Filmin senaryosu zaten 1971 yapımı unutulmaz “The French Connection”dan  esinlenilerek yazılmış. Cedric Jimenez’in çektiği filmde Dujardin’in yanısıra Gilles Lellouche ve Celine Sallette de oynuyor. Filmin yurtdışında gayet olumlu eleştiriler aldığını söyleyelim. 
 
 
“DÖNÜM NOKTASI”
 
Al Pacino’dan yine bir “geçmişle hesaplaşma” filmi. Simon Axler, oyunculuk kariyerinin artık sonlarına gelmiş, ama bir türlü ununu elemek istemeyen yaşlı bir aktör. Son olarak bir tiyatroda sahnelenen “Macbeth”te şansını dener ama yine yıkıcı eleştiriler alır. Oyunculuğu bırakmak bir kenara intiharı bile düşünmeye başlar. Bir arkadaşının aykırı kızıyla tanışması, hayatını tamamen değiştirir. Amerikan sinemasının yaşayan en önemli isimlerinden Barry Levinson, bir kez daha, sektördeki önemli oyuncularla yakın arkadaş olmasının getirdiği şansı kötüye kullanmışa benziyor. Geçmişinde “Rain Man”le hak ederek kazanılmış bir Oscar’ı, “Good Morning Vietnam”, “Sleepers” gibi klasikleşmiş eserleri bulunan Levinson, bu kez, Robert De Niro’lu “What Just Happenned” klasmanında bir filmle yetinmiş. 
Ha, o filmi de severiz ayrı, ama Levinson-Pacino ortaklığını görünce daha kalburüstü, daha ustaca kotarılmış bir film izlemeyi bekliyor insan. Yoksa, miadını çoktan doldurmuş star’ların kaderlerini bir türlü kabullenmemelerini görmeye ülkece gayet alışkınız. Sorun, Levinson gibi önemli bir yönetmenin ve Pacino gibi ustaların ustası bir oyuncunun, bundan daha iyisini yapabileceklerine olan inancımızın gölgelenmesi. Üstelik, Pulitzer ödüllü Philip Roth’un romanından uyarlanmış bir senaryo bu. Hayattaki en önemli -belki de tek yeteneğini artık sergileyemeyen bir adamın hikayesi gayet ilginç olabilirdi. Ama Levinson, kariyerinde zaman zaman saplandığı o ritmsiz girdaplardan birine düşmüş gibi. Kadroda Greta Gerwig (nam-ı diğer Frances Ha) ve Kyra Sedgwick de var. 
 
“EKSİK”
 
Sinemamızda son dönemde 1980 darbesine uzaktan yakınDan hiç değilse dokunan filmlerin sayısında gözle görülür bir artış var. Ne var ki “Eksik” de sorunun kendisinden ziyade sonuçlarıyla ilgilenmeyi tercih etmiş. Askeri darbenin parçaladığı sayısız aileden birinin hikayesini izliyoruz. Aile üyeleri dağılmıştır ama neredeyse 30 yıl sonra yolları yeniden kesişir. Birbirlerini hiç tanımadan büyüyen iki kardeş, Deniz ve Devrim ile anneleri Melek’in hikayesi bu.
Geçmişlerini hatırlayıp birbirleriyle yüzleşmeleri, tıpkı, kırık bir aynadan yansıyan görüntüleri biraraya getirmek kadar zor olur onlar için. Yönetmen Barış Atay Mengüllü’nün yönettiği ve iddialı bir anlatım dili kurguladığı filmde kendisinin yanısıra Nur Sürer, Özgür Emre Yıldırım, Sarp Akkaya, Toprak Sağlam, Uğur Polat ve Şebnem Sönmez oynamış. 
 
“SENDEN BANA KALAN”
 
“Hayatta gerçekten değerli olan şey nedir?” sorusuna yanıt arayan bir film çekmiş Abdullah Oğuz. Sorun şu ki, bu soruya daha önce milyonlarca kez yanıt verildi. “Aşk mı para mı” derseniz, sonu iyi biten her filmin hangi yanıta ulaştığını kolayca tahmin edebilirsiniz. Oğuz’un son filmi de öyle. Bir mirasyedi olarak yetiştirilen Özgür, o mirası gerçekten yiyebilmek için büyükbabasının bir şartını yerine getirmek zorundadır. Çanakkale’nin Adatepe köyüne yerleşecek ve 1 yıl orada yaşayarak hayatı tanıyacaktır. İlk başta kabul etmek istemez ama mecbur kalır. Ne şanslıdır ki, burada aşk ile tanışır. Elif’tir adı. Elif, ilk harf gibi, özeldir.
Aralarında hemencecik bir aşk filizlenir. Elif sanki yıllardır Özgür’ü bekler gibidir her nedense. Özgür de fazla direnemez. Filmin açmazlarından biri burada karşımıza çıkar. Aşk için hep bir şeyleri feda etmek mi gerekir mesela? Filmin sinopsisinden tutun, fragmanına varıncaya kadar o denli sürprizbozan var ki, konuyu anlatmayı burada keselim en iyisi. Niyetini baştan belli eden, sürprizlerini açık etmekten ise çekinmeyen bir film kendisi. Görsel dilini her zaman beğendiğimiz Abdullah Oğuz’un, pastoral görüntüler eşliğinde çektiği bu aşk filminin senaryosu da tiyatro kökenli Levent Kazak’a ait. Başrollerde Neslihan Atagül ve Ekin Koç oynuyor. 
 
“TEK AŞKIM”
 
Charlie Kaufman kafasında yazılmış bir film “Tek Aşkım”. Öyle büyük aksiyon falan beklemeyin. Bu filmin silahı, sözcükleri. Evlilikleri yolunda gitmeyen bir çift olan Ethan ve Sophie, terapistlerinin tavsiyesi üzerine hafta sonu bir kır evinde tatil yapmaya karar verirler. Birbirlerine daha çok vakit ayırmak isterler. Ama baş başa kalmak, evliliklerini sürekli tehdit eden sorunlarla da yüzleşmeleri anlamına gelir. 
Dünyaları, birbirlerinin gözlerinden kaçabilecekleri kadar büyük değildir. Charlie McDowell’ın ilk uzun metraj denemesinde Justin Lader’ın senaryosunu başarıyla yönettiğini söyleyebiliriz. Öyle önemli yıldız oyuncuları da yok filmin. Başrollerde Mark Duplass ve Elisabeth Moss var. Evlilik terapisti olarak ufak bir rolde ise Ted Danson’ı görmek sizi gülümsetebilir. İlişkiler üzerine söz söyleyen, doğru sorular soran bir film izlemek isteyen tüm çiftlere tavsiye olunur. Ama ayrılmayı düşünen çiftler uzak durmalı! 
 
 
“SEBAHAT&MELAHAT“
 
Trabzon’un bir köyünde yaşayan iki yakın arkadaş kadın, kocalarının kendilerini aldattığı haberini alınca İstanbul’a onları bulmaya gelir. Bakın bir cümlede özetledim filmin konusunu. Film ise bitmek bilmeyen bir skeç gibi, bu espriyi uzattıkça uzatıyor. Bunu yaparken, Sebahat ve Melahat’ın büyük kentte başlarına gelenlerin seyirciyi güldüreceğini düşünüyor olmalı. Neler geliyor peki başlarına? Normalde İstanbul’da yaşayan herkesin başına gelenler aslında. Bir yanlış anlamalar komedisi üretilmeye çalışılmış ama sırtını -belki de “slapstick” komediye yaslamaya çalışan iki oyuncunun tükenen çabalarını izliyoruz film boyunca. 
 
Gülünecek hiç bir şey yok mu peki? Belki, zira bu iki kadın karakteri iki erkek oynuyor. Karadeniz’de kendilerini üne kavuşturan karakterlerini beyazperdeye taşıyan Seymen Aydın ve Adem Yılmaz başrollerde. Yönetmen Hasan Kalender, yapımcı ise mizah işini aslında iyi bilen Birol Güven ama olmamış işte. Özdemir Asaf’ın dediği gibi, “beni güldüremeyen acıklı değil, gülünçtür”.. 
 
POLİS AKADEMİSİ: ALATURKA
 
Konu tanıdık gelecektir. Polis akademisine, aslında polis olmaması gereken bir grup genç kabul edilir. Eğitimleri sırasında başlarına komik olaylar gelir. Aslında film, bunu bir mantığa oturtmaya çalışıyor. “Pozitif ayrımcılık” adı altında bir kararname çıkmış, böylece polis akademisine giriş koşulları esnetilmiştir. 
Ama okulun müdürü olan Beton lakaplı Haşmet, pek öyle kül yutacağa benzeyen bir tip değildir. Afişinden de anlayacağınız üzere yaklaşık 300 kişinin oynadığı(!) filmin başrollerinde Mehmet Ali Erbil, Peker Açıkalın ve Sümer Tilmaç var. G.Saray’lı futbolcu Wesley Sneijder’ın model eşi Yolanthe Cabau ise tatlı niyetine kadroda. Yönetmen ise Ali Yorgancıoğlu. 
 
“MİHREZ: CİN PADİŞAHI”
 
Yine cinlerle haşır neşir bir film çekmişler (tövbe tövbe). Betül’ün doğumgünüdür. Toplam beş arkadaş bir kampta buluşup kutlama yapmaya karar verir. Artık nasıl bir eğlence anlayışıysa -burada ilahiyatçıları göreve çağırıyoruz- cin çağırma seansı yaparlar. Seans sırasında Betül, herkesin öldüğü bir halüsinasyon görür. Neyse o akşam bir şey olmaz. 
Ama Betül’ün o gün gördüğü rüya ilerleyen günlerde yavaş yavaş gerçekleşmeye başlar. Geçmişten gelen kötü ruhların, lanetlerin bir gün günahkarlara bedel ödettiğine sıklıkla şahit oluruz bu tür filmlerde. “Mihrez”de de olan bu. Üstelik üç boyutlu modellemeyle uğraşıp cinlerden birinin görseli de yaratılmış filmde. Tüm bunlar beni korkuttu, alayım bir dal derseniz, buyrun perde sizin. Melisa Toros, Tarık Ündüz, Doğa Konakoğlu ve daha bir çok genç oyuncunun lanetten kaçmaya çalıştığı filmin yönetmeni Doğa Can Anafarta. 
 
“KUZULAR FİRARDA”
 
“Tavuklar Firarda”nın yaratıcıları gururla sunar. Bu kez “goyun”lar firar ediyor. Çiftlik hayatından sıkılan koyun Shaun ve kuzu arkadaşları, nihayet hayalini kurdukları tatile çıkmayı başarır. Tabii ki firar ederek! Ama modern hayat, sandıkları gibi değildir. Özellikle kuzular için dışarısı hiç tekin değildir. 
Bize böyle filmlerle gelin işte. Vaat ettiğini yerine getiren bir film bu. Sınırsız aksiyon, birbirinden komik ve yaratıcı sahneler, güzel hazırlanmış zahmetli animasyonlar. Animasyon dünyasının usta isimlerinden Mark Burton ile yeni yeteneklerden Richard Starzack yönetmen koltuğunda. Senaryoyu da birlikte yazmışlar. Mümkünse orijinal seslendirmesiyle izlemelisiniz. 
 
“EJDER YUVASI”
 
Video oyunlarından uyarlanan filmler genelde beş para etmez. Ama bu sefer durum farklı. Yaklaşık 100 milyon kayıtlı kullanıcısı bulunan, özellikle Çin’de çok popüler olan “Dragon Nest”in uyarlaması bu. Çin sinemasının da bugüne kadarki en yüksek bütçeli animasyonu. Uzakdoğu kökenli yaratıcılarına uzak olmayan işinin ehli kişiler tarafından yapılmış, aksiyon hiç hız kesmiyor. 
Hikaye, Altera adlı ülkede geçiyor. İnsanlar, elfler ve tabii ki canavarlar yaşar bu ülkede. Uzun yıllar önce biten savaştan sonra insanlar ve elfler kendi topraklarına çekilmişlerdir. Barışı bozan ise, uykusundan uyanan Kara Ejder olur. Bu kez insanlar ve elfler işbirliği yapmak zorundadır. Yönetmen Yuefeng Song. Video oyunlarının “gameplay” denilen oyun içi oynanış videolarını izlerken sıkılmayanlara özellikle tavsiye olunur.